Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika telefon ve modern islam55

replika telefon ve modern islam55 en güzel bilgileri yazan replika telefon çok çalıstı ve bu bilgileri hazırladı ve replika telefon dediki Toplumsal hayatı düzenlemeye yarayacak siyasî ilkeler, hukukî hjj kümlere, bunlar ise ahlakî düsturların içerdiği ahlakî değerlere dayat^f İlahî veya beşerî dinlerin nihaî hedefi, ontoloji, aksiyoloji ve epistemolo. jinin konu aldığı varlık, değerler ve hükümler arasında bağ kurmak sure, tiyle ontolojik düzeyde eşyadaki güzelliği beşerî davranışa yansıtınal( çirkinlikten uzak tutmaktır. Bunun için geleneksel dünyada kavram ola. rak olsa da terim olarak değer [kıymet) kelimesine rastlanmaz. Geleneksel dünyada adeta zarfın içindeki mazruf gibi değerler, edeplerde, edepler de hükümlerde, yani “fazilet ve reziletlerden" ibaret pratik ahlakta ve ahlak, hukulcta gömülü sayılmıştır. Nitekim din sosyolojisi perspektifin-den yapılan çalışmalar da Müslüman gibi geleneksel topluluklarda değerlerden çok normların önem taşıdığını gösterir (Mardin 1983: 60). AMa-km teorik-değersel ve pratik-davranışsal boyutlannın birleştiği erdem kavramının tekrar, Alasdair Macintyre gibi fılozoflann başını çektiği postmodern ahlakın temel meselesi haline gelmesi, bu bakımdan tesadüf değildir (Seung

Ahlakın “değer” yerine hukukî hükümlerde tecessüm ettirilen “erdem” üzerine bina edildiği bu geleneksel dünyagörüşünü Namık Kemal, Türkçeye çevrilen Pradier-Fodere'nin kitabının eleştirisi vesilesiyle net olarak ifade eder. Pradier-Fodere, ahlakı “doğru ve yanlış (hak ve nâ-hâj ilmi” olarak tanımlar. Oysa Kemal'e göre “doğru ve yanlış", İslam inancınca spekülasyon konusu değerlerden çok şer’î hükümlerdir, yani felsefi ahlakın değil, hukukun konusudur. Ahlak, nefsin arınmasına hizmet edecek, davranışların öncelik ve üstünlüklerine, yani erdeme ilişkin birtakım felsefî tasavvurlardır. O, böylece geleneksel dünyagörüşü uyannca “fazilet”in aracı olarak “ahlak”ı, “adalet”in aracı olarak “hukuk"ta mütecessim görür.
Ona göre ahlak sayesinde doğru ve yanlışı öğrenmeye insamn gücü 'etse İlahî hukuka ihtiyacı kalır mıydı? Doğru ve yanlışı bildiren, ona pre, filozofların mülahazaları değil, dinî ilhamlar, yani vahiydir (Tansef^ 67; IV/639). Doğru ve yanlışın İlahî hukuk tarafından kesin tayini, ^sanları usandıran, boş spekülasyonlardan, şüphecilik batağından k
taırnakla kalmaz, aynı zamanda, sosyal düzen ve meşruiyet için de sağlam bir temel sağlar. İlahî kökenli bir hukuk, yaratılışı gereği hemcinslerinin yaptığı kânunlara uymaya, kula kulluğa tenezzül etmeyecek insanların itaatini çok daha iyi sağlar (Sungu 1940: 8oz).
Namık Kemal örneğinde görülen İslam aydınlarının bu tutumuna karşılık Hıristiyanlığın kurucusu Paul’un evrensel bir kurtuluş adına Yahudiliğin karakteristiği saydığı ilahi hukuku korumak yerine tabiî hukukla uzlaşma arayışına girmesi, Hıristiyan aydınlan da çetin, değerlerin keşfi teorik meselesiyle karşı karşıya bıraktı. Teoc/cs/ probleminin daha da ağırlaştırdığı, orijinal hukukî temelini kaybetmiş bir dinin dünyayı sürdürmekte zorlanmasından kaynaklanan meşruiyet krizi, değerlerin keşfi meselesinin spekülasyona boğulmasına yol açtı. Bu yüzden Humeün açtığı çığırı izleyen Comte gibi pozitivistler, kendi kendine işleyen “dünya makinesi”nde yeri kalmayan metafîziksel değerleri, objektiflik adına bilimsel araştırma alanından çıkararak olgular konumuna indirgedi. Ahlakın teorik-değersel ve pratik-davranışsal boyutlarının birleştiği erdem kavramının parçalanmasıyla ortaya çıkan değer, Bentham gibi filozoflar için “ol-malı”yı ifade eden anlamsız bir kavram haline gelmişti (Shaw 1901, Himmelfarb 1995). Mutlak ahlakî değerleri öğretmesi beklenen Hıristiyanlığa ve sonuçta bir bütün olarak dine inancın çözüldüğü bir asırda nihilizm ve anarşiyi önlemek için yeni bir ahlakın bulunmasına acil ihtiyaç vardı. Değerler bunalımı sonucu mutlak ahlak konusunda agnostik kalan Comteün hedefi, toplumsal düzeni sağlamak içi sağduyu ve bilime dayanarak konvansiyonel bir ahlak bulmaktı (Chadvvick 2000:
Durkheim da onu izleyerek değerleri “ahlakî olgular” olarak bilimsel araştırma nesnesi haline getirdi. O, Ziya Gökalp’ın ma’şerî vicdan deyimiyle dilimize çevirdiği colleetive conscience ile iyiyi kötüden ayırmak için insana verilmiş bir fakülte sayılan vicdanı, şuura indirgedi; intihar olgusunu, beşerî davranışlara yön veren sübjektif saiklar, manevî değerler yerine a n om i %\hi gözlenebilir, nesnel toplumsal olgularla açıklamaya yöneldi. Epistemolojik mutlakıyetçilik anlamında Katolisizmi sürdüren Fransız pozitivizmine tepki, irade ve değerlerin nihaî belirleyiciliğini savunan Protestan Alman dünyasından geldi. Değerlerin temel sübjektifliğini savunan Nietzsehe ile tam aksine ekonomik temelde objektifliğini vurgulayan Marx’ın yanında Dilthey, Rickert, Weber ve Habermas gibi Alman filozofları değer arayışım
İlişkisinin yeniden keşfi, postmodern entelektüel gündemin en önç maddelerinden birini oluşturmaktadır (joas 2000).
Batıda sekülerleşme sürecinde ortaya çıkan onto-teolojik kriz, “dç^^ kavramının çoğullaşarak anlamını kaybetmesine yol açtı. Günürnü-^jj kullanılan “ahlakî değerler” tabiri, bir “galat-ı meşhur” olarak görülebiij^ zira geleneksel dünyaya göre "değerler”den ziyade bir ana değerden sö^ edilebilir: güzellik'^^' Üç İbrahimî dinin de kabul ettiği gibi, Allah, insaj,| kendi suretinde {imago dei), ahsen-i takvim üzere yaratmıştı. İslam, huj, güzelliğidir’'2004: III/9) hadisinin de belirttiği gibi, dinin öz(j. nü oluşturan hukukun ve hukukun özünü oluşturan ahlakın gayesi, in. sanda bu yaratılış (halk) ile huy (hulk) güzelliğini bütünleştirmekti, pjj. tonik “şiirsel adalet” deyiminin de anlattığı gibi, adalet gibi diğer ana değerler, güzelliğin türeviydi (Schvvartz 1987). Ancak Eflatun’da olduğu gibi geleneksel dünyada ve İslam’da çağdaş estetik kavramlarıyla “güzel, lik/çirkinlik” (hüsn ü kubh) olarak ifade edilen bu değerler, büyüsünü kaybeden modern dünyada etik “iyilik/kötülük” kavramlarıyla ifade edilir hale gelmiştir.replika telefon
Değerler meselesi, Hıristiyanlığın yanında evrenselleşme sürecinde teodisi problemiyle karşı karşıya kalan İslam gibi dinlerin aydınlanrun gündemine de farklı bir şekilde geldi. Fiiller, güzel veya çirkin olduğu için mi yasaklanmakta veya emredilmekte, yoksa tam tersine, yasaklandığı veya emredildiği için mi güzel ve çirkin olmaktadır?
Bu konuda İslam'da iki ehl-i sünnet mezhebi Eş’ariye ve Mâtüridiye ile Mu’tezile olmak üzere başlıca üç taraf vardır. Mâtürîdiye, bu konuda karşıt kutupları teşkil eden Eş’ariye ile Mu’tezile arasında orta yolu temsil eder görünür. Allah’ın mutlak otoritesini esas alan Eş’ariye nezdinde hüsn ü kubh, emir ve yasaklar şeklindeki hükümlerin sonucudur; bir şey, bizzat değil, ancak İlahî emir ve yasaklar üzerine güzel veya çirkin vasfinı kazanır (İzmirli 1981: 72, Tehânevî 1998: I/524-7). Bu yüzden ancak
Hakikat kavramının türediği ve aynı zamanda Cenab-ı Hakk’m ismini oluşturan Hakk, ‘âlem-i emr veya makûlât {intelligibJe) denen âlemde, Hüsn ise ‘âlem-ihalk, ’eya mahsûsat (sensibJd) denen mevcut âlemde ana değerdir. Nitekim Arapçada iki) ,arfı ortak (‘h-s) hüsn ile hiss kelimeleri arasındaki iştikak da mahsûsatlduyülı^^ temi denen dünyamızda hüsnün ana değer olduğunu açıkça gösterir.replika telefon yazdı ve sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder