Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

cep telefon fiyatları,ndan islam bilgisi2

 cep telefon fiyatları


cep telefon fiyatları,ndan islam bilgisi2 bugün cep telefon fiyatları sizlere allah hakkında yazılar sunuyor cep telefon fiyatları cok calısıyor sizin icin cep telefon fiyatları diyorki Âlemlerin hâdis olduğuna inanan, fânî olduklarına, ya nı, tekrâr yok olacaklarına da inanır. Yok sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok olabilecekleri meydandadır. Birçok varlıkların yok olduklarını, şimdi de görüyoruz.Müslimân olmak için, maddelerin ve cismlerin, yani her varlığın, yokdan var edilmiş olduklarına ve tekrâr yok olacaklarına inanmak lâzımdır. Cismlerin yok iken sonradan var olduklarını ve tekrâr yok olduklarını, ya’nî şekllerinin ve özelliklerinin kalmadığını görüyoruz. Cisimler yok olunca, maddeleri kalıyor ise de, bu maddelerin de ezelî olmadıklarını, çok öncelerde, Allahü teâla tarafından yaratılmış olduklarını ve Kıyâmet gününde hepsini tekrâr yok edeceğini yukarıda bildirdik. Zemanımızın fen bilgi en, buna inanmağa mâni’ değildir. İnanmamak, fenne iftira etmek ve İslâm düşmanı olmak demekdir. Islâmiyyet, fen bilgilerini red etmiyor. Din Ijilgilerini öğrenmemeği ve ibâdet vazifelerini mağı red ediyor. Fen bilgileri de, islâmiyyeti inkâr etmemekdedır.Âlem hâdis olunca,bunu yokdan yaratan vardır. Çünki, hiç bir olayın kendiliğinden olamıyacağını yukarıda bildirdik. Bugün fabrikalarda binlerce ilâç, ev eşyâsı, sanâyı’ve ticâret maddeleri, elektronik âletler, harb vâsıtaları yapılıyor. Bunların çoğu, ince hesâblardan, yüzlerce tecribeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahî, kendi kendine var oldu diyorlar mı? Bunların, bilerek ve istiyerek yapıldıklarını söylüyorlar ve hepsinin bir yapıcısının bulunması lâzımdır diyorlar da, canlılarda, cansızlarda görülen ve her asrda, dahâ yenileri, dahâ inceleri keşf edilen ve çoğunun yapısı henüz anlaşılamayan milyonlarca maddenin ve hâdisenin kendi kendilerine tesâdüfen var olduklarını söyliyorlar. Bu iki yüzlülük, koyu bir inâddan veyâ açık bir ahmaklıkdan başka ne olabi-lir?*Görülüyor ki, her maddeyi, her hareketi var eden tek bir yaratıcı vardır. Bu yaratıcı (Vâcib-ül vücûd) dur. Ya’nî, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması lâzımdır. Var olması için hiçbirşeye muhtâc değildir. Hep var olması lâzım olmasa, (Mümkin-ül vücûd) olur. Âlemler gibi hâdis, ya nî mahlûk olur. Mahlûk başka bir mahlûkun değişmesinden veyâ yokdan var edilir. Onu da yaratan lâzım olur. Böylece sonsuz yaratanlar lâzım olur. Mahlûklardaki değişmelerin sonsuz olamıyacağını yukarıda bildirdiğimiz gibi düşünürsek, yaratıcıların da sonsuz olaımyaca-ğı yaratmanın birinci bir yaratıcıdan başlıyacağı anlaşılır. Çunkı, yaratıcıların biribirlerini yaratmaları sonsuz olarak gider denince, hiçbir yaratıcının bulunmaması lâzım olur.Atomlann çekirdeklerinde de, değişmeler, parçalanmalar olduğu, (Radyoaktif) denilen elementlerden anlaşılmakdadır. Çekirdeklerin bu parçalanmasında, bir elementin başka elemente döndüğü, maddelerin yok olarak, enerji (Kudret) hâline döndüğü de anlaşılmış, bu değişme (Aynştayn) tarafından hesâb bile edil-mişdir. Demek ki, bileşik cismlerde olduğu gibi, elementler de, hep değişmekde, bir hâlden başka hale dönmekdedir. Canlı cansız her madde değişmekde, ya’nî eskisi yok olup, yenisi var olmakda-dır. Bugün, var olan her canlı, (her bitki, her hayvan) önce yok idi. Başka canlılar vardı. Bir zeman sonra da, şimdiki canlılardan hiçbiri kalmıyacak, başka canlılar var olacakdır. Cansız varlıkların hepsi de böyledir. Canlı cansız her varlık, meselâ bir element olan demir veyâ birkaç cism karışımı olan taş, kemik, bütün maddeler, bütün zerreler hep değişmekdedirler. Ya’nî eskileri yok ol-makda ve başkaları var olmakdadır. Var olan madde ile, yok olan maddenin özellikleri birbirine benziyorsa, insan bu değişiklisi an-lıyamıyor, maddeyi hep var sanıyor. Sinemada, hareket eden film şeridinde, objektif önüne, her ân başka resmler gelip gitmekde iken, seyrciler bunu anlamayıp, aynı resm perdede hareket ediyor sanmaları gibidir. Kâğıd yanıp kül olunca bu değişikliği anladığımız için, kâğıd yok oldu, kül var oldu diyoruz. Buz eriyince, buz yok oldu, su var oldu diyoruz. Modern madde bilgisi, (Se’âdet-i ebediyye) kitâbında geniş yazılıdır. Lütfen oradan da okuyunuz!Şerh-i akâid) kitâbının baş tarafında diyor ki, (Bütün varlıklar, Allahü teâlâmn varlığına alâmet olduğu. Onun varlığını gösterdiği için, mahlûkların hepsine »(Âlem) denir. Varlıkların bir cinsden olanlarına da birer âlem denir. Meselâ insan âlemi, melek âlemi, hayvan âlemi, cansız madde âlemi denir. Yâhud, her bir cism, bir âlemdir.Şerh-i mevâkıf) kitâbında; dörtyüzkırkbirinci sahîfede diyor ki. Âlem, ya’nî herşey, hâdisdir, ya’nî mahlûkdurlar. Ya’nî, yok iken, sonradan var olmuşdurlar. (Her zeman, birbirlerinden de var olduklarını yukarıda bildirdik). Cismlerin maddesi de, sıfatları da, hâdisdir. Burada dört şey düşünülebilir:Müslimânlara, Yehûdilere ve Nasârâya ve Mecûsîlere ^öre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da hâdisdir.Aristoya ve onun yolunda olan felsefecilere göre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da kadîmdir. Ya’nî ezelîdir. Hep vardır derler. Bu sözün yanlış olduğunu, modern kimyâ bilgisi kesin olarak bildirmekdedir. Böyle inanan ve söyliyen, müslimânlıkdan çıkar. Kâfir olur. Ibni Sînâ ile Fârâbî de böyle demekdedir.Aristodan önce olan felesoflara göre, maddeleri kadîm.Ondan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yokdur. Yaratıcı yaratılmaz. O, hep vardır. Bir ân yok olsa, her mahlûk yok olur. Vâcib-ül-vücûd, hiçbir bakımdan hiçbir şeye muhtâc değildir. Yerleri, gökleri, atomları, canlıları, düzenlikhesâblı yaratanın kudretinin, kuvvetinin sonsuz olması, bilici olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik olmaması, lâzımdır. Kuvveti sonsuz olmasa ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesâblı mahlûkları yaratamaz. Bu yaratıcı birden çok olursa, birşeyin yaratılmasında, istekleri uymayınca, istediği yapılmıyanlar yaratıcı olamazlar ve yaratılan şeyler karma-karışık olur. Dahâ çok bilgi almak için (Emâlî Kasîdesi) nin arabî ve türkçe şerhlerini lütfen okuyunuz!Yaratıcıda hiç değişiklik olmaz. Şimdi nasılsa, âlemi yaratmadan önce de öyle idi. Herşeyi yokdan yaratmış olduğu gibi, her zeman da, şimdi de, herşeyi yaratmakdadır. Çünki değişmek, mahlûk olmağı, yokdan yaratılmış olmağı gösterir. Onun hep var olduğunu, yok olmıyacağını yukarıda bildirdik. Bunun için. Onda hiç değişiklik olmaz. Mahlûklar ilk yaratılmalarında O’na muhtâc oldukları gibi, her ân da muhtâcdırlar. Herşeyi yaratan, her değişikliği yapan yalnız O’dur. Düzenli olmaları için ve insanların ya-şıyabilmeleri ve medenî olabilmeleri için, herşeyi sebeblerle yarat-makdadır.iş yapabilmelerini de O yaratmakdadır. İnsanlar sebeblerin maddelere te’sîr etmelerine vâsıta olmakdadır.Aç olunca, birşey yimek, hasta olunca ilâç almak, mum yakmak için kibriti çakmak. Hidrojen elde etmek için çinko üzerine bir asid dökmek, çimento yapmak için kireç taşı ile kil karışdırıp ısıtmak, süt elde etmek için ineği beslemek, elektrik elde etmek için idro-elektrik santralı kurmak, her çeşid fabrika yapmak, sebebleri kullanarak, yeni şeyler yaratmasına vâsıta olmakdır. İnsanın, irâdesi ve kuvveti de Allahü teâlâmn yaratdığı birer sebeb-dir. İnsanlar da Allahü teâlâmn yaratmasına vâsıta olmakdadır. Allahü teâlâ, böyle yaratmak istiyor. Görüliyor ki, insan birşey yaratdı demek, akla ve dîne uymıyan câhilce, bir sözdür.İnsanların, kendilerini yaratan, yaşatan, muhtâc oldukları şeyleri yaratıp gönderen bu bir yaratıcıyı sevmeleri, O’na kul, köle olmaları lâzımdır. Ya’nî, her mahlûkun Ona ibâdet etmesi, tapınması, itâ’at etmeleri, saygılı olmaları lâzımdır. Böyle olduğu kitâ-bımızm beşinci sahîfesindeki mektûbda uzun yazılıdır. Bir olan bu vâcib-ül-vücûd, bu ilâh, bu tanrı, isminin (Allah) olduğunu kendi bildirmişdir. Kulların, Onun bildirdiği ismini değişdirmeğe hakları yokdur. Haksız yapılan iş zulm olur, pek çirkin birşey olur.İnsan dahâ çocukken etrâfında gördüğü eşyânın nereden geldiğini ve nasıl oluşduğunu araşdırmaya başlar. Çocuk gelişdikçe, üzerinde yaşamakda olduğu bu dünyânın nasıl mu’azzam bir eser olduğunu anlıyarak hayretden hayrete düşer. Hele yüksek tahsilini yaparak, her gün etrâfımızda, görülen bütün bu eşyâ ve varlıkların inceliklerini öğrenmeğe başlayınca, hayreti hayranlığa dönüşür. İnsanların, büyük bir sür’atle fezâda tek başına dönmekde olan, içerisi ateş dolu, toparlak (iki kutbu biraz basık) bir gezegen üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması ne büyük bir mu’cizedir. Yâ etrâfımızdaki dağlar, taşlar, denizler canlı varlıklar, nebatlar nasıl bir büyük kudret sâyesinde meydâna gelebil-mekde, gelişmekde ve dürlü dürlü özellikler göstermekdedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. Üzerimize ışıklarını gönderen güneş, düşünebileceğimiz en yüksek ısıyı sağlar ve bitkilerin yetişmesini, ba’zılarının içinde ise, kimyasal değişiklikler yaparak, un, şeker ve dahâ nice maddelerin meydâna gelmesini te’mîn eder. Hâlbuki biliyoruz ki, dünyâmız. Kâinat içinde ufacık bir varlıkdır. Güneş et-râfında dönen gezegenlerden meydâna gelen ve içinde dünyâmızın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat (evren) içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. Evrenin kuvvet ve gücünü îzah için bir küçük misâl verelim: İnsanların en son elde ettikleri mu’azzam enerji kaynağı, atomları parçalıyarak veya bir-leşdirerek meydâna çıkardıkları atom enerjisidir. Hâlbuki, insanların böbürlene böbürlene “en büyük enerji kaynağı” saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaşdırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden dahâ fazla olduğu görülür.İnsan kendi vücûdunun ne mu’azzam bir fabrika ve laboratu-var olduğunun belki farkına varmaz. Hâlbuki, yalnız nefes alıp vermek bile mu’azzam bir kimyâsal olaydır. Havadan alınan oksijen, vücûdda yakıldıkdan sonra, karbon dioksit halinde dışarı çıkarılır.Sindirim (hazım) sistemi ise, sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan yiyecek ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğü-tüldükden sonra, vücûda yararlı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakda ve posası dışarı atılmakdadır. Bu mu’azzam işlem, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakda, vü-cûd bir fabrika gibi işlemekdedir.Böylece, on taşı numaraları sırası ile ardarda çıkarabilme ihtimâli on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dahilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinatdaki sayısız düzenin tesadüfen meydâna gelmesine imkân ve ihtimâl yokdur.Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel, meselâ beş kerre bassa, elde edilen beş harfli kelimenin, türkçe veya başka bir dilde bir anlama gelmesi acabâ ne derece mümkindir? Şayet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir anlamı olan bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, böyle rastgele tuşlara basmakla bir sahîfe yazı veya kitâb teşkil edilse, sâhîfenin ve kitâbın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akili denilebilir mi?Cismler yok oluyor. Bunlardan, başka cimsler meydâna geliyor. Ancak, son kimya bilgimize göre, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radioaktif bozulmalar, elementlerin ve hattâ atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermekdedir. Hattâ, Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuşdur.Cismlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır de-mekdir. Hiçbir şey yok iken, hepsi yokdan yaratılmışdır demek-dir. İlk, birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünki, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydâna getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacakdır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır, önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demekdir. Sonsuz öncelerde varolmak demek, ilk, ya’nîbaşlangıç olan bir varlık yok demekdir. îlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zeman yok olması lâzım gelir. Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekde olduğu anlaşıldı. Âlemin yokdan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu kabûl etmek gerekir.
Allah’ı inkâr ederek her şeyin tabî’at tarafından kendi kendine meydâna geldiğini iddiâ edenler, “Bütün din kitâblarında dünyanın altı günde yaratıldığı yazılıdır. Hâlbuki bugün yapılan araşdırmalar, bilhassa radyoizotoplar ile yapılan çok ince hesâb-1ar, dünyânın milyarlarca sene evvel meydâna geldiğini göster-mekdedir’’ demekdedirler. Dünyânın milyarlarca sene evvel meydana gelmesi, ne kadar zemanda yaratıldığı hakkında bilgi vermiyor ki, bu sözlerinin kıymeti olsun. Mukaddes kitâblarda yazılı olan altı günün bugünkü 24 saatlik gün ile ne ilgisi olabilir? 24 saatlik gün, insanlar tarafından uydurulmuş bir birimdir. Mukaddes kitâbların bahsetdiği günün ne kadar uzun olduğunu biz bilmiyoruz. öyle sanıyoruz ki, bu altı günden her biri bizim kabûl etdiğimiz birimlere göre çok uzun asrlar süren jeolojik periyotlardır. Kur’ân’da Secde sûresinde: “Allah indinde bir gün mikdârı, sizin sayınızdan bin sene eder’*. Incil’de de (2. Petrus 3/8) “Şunu unutmayın ki, Rabbin yanında bir gün, bin yıl gibidir’’ denilmek-dedir. İnsanların dünyâya ne zeman geldiğini biz bilemeyiz. İnsanın dünyâ kurulduğu ilk günden i’tibâren dünyâda bulunduğunu iddiâ edemeyiz. Bizim bildiğimiz, insanın Allah’ın emri ve yaratması ile dünyâya geldiğidir. Darvvin’in “Tekâmül’’ nazariyyesine göre, ilk insan olarak kabûl edilen Neandertalar insanının yavaş yavaş bugünkü insan hâline geldiğini kabûl etmek kolay değildir. Hele ba’zılarının iddi’â etdiği gibi, insanın evvelâ dört ayağı üzerinde yürüdüğünü ve birçok asırlar sonra ayağa kalktığını ileri sürmek, hiç bir zeman mantığa uymaz. Çünki, bu kadar ilkel olan bir varlığın bugünkü mükemmelliğe ulaşması imkânı yokdur. O halde dört ayak üzerinde yürüyen türün, insan olmadığını, başka bir yaratık olması gerektiğini ve diğer birçok eski yaratıklarla bir-likde yok olduğunu kabûl etmemiz gerekir. Bütün din kitâbları, ilk insanın “homo sapien’’ ya’nî iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir varlık olduğunu bildirmekdedirler ve hakîkaten yukarda söylediğimiz gibi, dört ayak üzerinde yürüyen ve bir hayvandan farkı olmıyan bir varlığın bugünkü insana dönüşebileceğini Darwin bile isbât edememişdir.Cenâb-ı Hak, inanılması lâzım olan bilgilerde fıkrlerin dağılmasını ve birbirine zıt olmasmı istemez. Kur’ân-ı kerîmde Enâm sûresinde. Peygamberine “Dinlerini tefrikaya düşürüp bölük bölük olanlarla senin hiçbir ilgin yokdur” buyurmakdadır.Gözü ağrıyan, kime baş vurur? Bekçiye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi, yoksa göz mütehassısı olan doktora mı? Hbet, mütehassısa gidip, çâresini öğrenir. Dînini, îmânını kurtarmak için çâre arayanm da, avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına başvurması lâzımdır.Dîn âlimi olmak için, zemânın fen bilgilerini iyi bilmek, fen ve edebiyyat fakültelerinden diploma alıp, ayrıca doktorası, ihti-sâsı olmak, Kur’ân-ı kerîmi ve ma’nâlarını ezberden bilmek, binlerce hadîs-i şerîfi ve ma’nâlarını ezbere bilmek, islâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, dört mezhebin inceliklerini kavramış olmak, bu ilmlerde ictihâd derecesine yükselmek, tesavvufun en yüksek derecesi olan (VUâyet-i hassa-i Muhammediyye) denilen olgunluğa erişmiş olmak lâzımdır.Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilâcım bilmiyen cahillerin bu hadîsi şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. îslâm Âlimleri, kalb, rûh mütehassislan olup, herkesin bünyesine uygun rûh ilâçlarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi vesellem”, dünyâ eczahânesine yüzbinlerce ilâç hazırlıyan baş ta-bîb olup, Evliyâ da, bu hazır ilâçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilâçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadîs içinden, kendimize ilâç aramağa kalkarsak (Allergie) = aksi tesir hâsıl olarak, câhilliğimizin cezâsinı çeker, fâide yerine zarar görürüz. İşte bunun için hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerimi kendi anladığına göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. Vehhâbiler ve mezhebsizler, bu inceliği anhyamadıkları için, (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dînini bunlardan kendi anlamalı, mezheb kitâblarmı okumamalıdır) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarmm okunmasını yasak ediyorlar. Bu kitâblardaki bilgilere, Allah’a ortak koşmakdır, inanmamakdır diyecek kadar sapıtıyorlar.
Hâlbuki, böylece insanların İslâm dîninin tam esâsını öğrenmelerini önlüyorlar ve fâide yerine zarar veriyorlar.
Şimdi dinlerden bahsedelim. Bugün dünyâ yüzünde tek Allah’ın varlığmı bildiren üç büyük din vardır:Yehûdî dîni: Yehûdî dîni, Isrâîl oğullarından hazret-i Mûsâ’ya îmân edenlerin ve bunlardan üreyerek zemânımıza kadar uzanan insanların dînidir. Hazret-i îbrâhimin oğlu hazret-i İshak, bunun oğlu da hazret-i Yâkûbdur. Hazret-i Yâkûbun bir ismi de Îsrâîldir. îsrâîl, Abdullah demekdir. Allahm kulu ma’nâsmadır. Bunun için, hazret-i Yâkûbun oniki oğlundan üreyen insanlara (Benî tsrâîl) (Îsrâîl oğulları) denir. Hazret-i Mûsâ, büyük bir peygamber idi. Milâtdan evvel 1625 senelerinde yaşadığı tahmin ediliyor. Hazret-i Mûsâ, Beni Isrâili esir tutulduğu Mısrdan çıkardı ve onlara bugün bütün dinler tarafından esâs ahlâk kuralı olarak ka-bûl edilen, Evâmir-i Aşere (On Emir) i teblîğ etdi. Onlara tek bir Allah olduğu îmânını aşılamağa çalışdı. Allahü teâlânın gönderdiği (Tevrat) adlı kitâbı onlara getirdi. Fekat onları kendilerine va’d edilen yerlere götüremedi. Benî îsrâil, onun bu İlâhî telkinlerini bir dürlü kavrayamadılar. Tevrâtı da değişdirdiler. Bir kısmı hâlâ putlara tapmaya devam etdi. Allahü teâlâ onları cezalandırmak için çeşitli azâblar verdi. Yaşadıkları yerleri düşman işgâli altma sokdu. Benî îsrâil darmadağın oldu. Mîlâddan evvel Asûrî devleti iki def’a Kudüsü alarak ve Milâdın 135 senesinde Roma imperato-ru Andiriyan Kudüsde yehûdûerin çoğunu kılıncdan geçirdiler. Tevratları yakdılar. Tevrat unutuldu. Sonradan, (Talmut) denilen din kitabı yazdılar. (Ahd-i atik) ismini verdikleri bu kitâbı, Tevrat olarak okumakdadırlar. Yakın zemâna kadar sığınacak bir yurdu yokdu. Yehûdiler hatâlarını anladılar ve kendilerine va’d edilen kurtarıcıyı beklemeye başladılar. Nihâyet, cenâb-ı Hak tarafından kendilerine kurtarıcı olarak hazret-i îsâ gönderildi. Böylece Nas-rânî dîni zuhûr etdi.Hıristiyanlık dîni: Hazret-i îsâ, Meryem adında bâkire bir kadından doğmuş, bizim gibi bir insandır. Kur’ânda bu husûs açıkça ifâde edilmiş ve Rûhul-Kudüsden bahs edilmişdir. Fekat, bunun ma’nâsı, hıristiyanların zannetdiği gibi hazret-i îsâ’nm Allahın oğlu olduğu demek değildir. Rûhul-Küdüs tâbiri, cenâb-ı Hakkın hazret-i îsâya “Yüksek kurtarıcı kudretini’’ verdiğine alâ-metdir. Yukarda gördüğümüz gibi, Allah doğmaz, doğurmaz, tekdir, evlâdı yokdur. Kurtarıcı olarak dünyâya gelen îsâ, dünyâda sulh ve selâmet, kardeşlik hisleri yerleşdirmeğe, insanları birbiri ile barışdırmağa çalışdı. Yehûdîlere dalâletde (sapkınlıkda) olduklarını, yaptıkları ibadetin doğru olmadığını, ahlâklarının bozulduğunu, doğru yolun kendisinin gösterdiği yol olduğunu bildirmeğe çalışdı. Hâlbuki yehûdîler, bekledikleri kurtarıcının çok şiddetli, sert, kavgacı, tutduğunu koparan, yehûdîleri diğer milletlerin esâretinden kurtaracak olan bir şahsiyyet olmasını bekliyorlar.
cep telefon fiyatları sizin icin sundu.





cep telefon fiyatları,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder