Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

seo çalışması,ndan islam bilgisi23

 seo çalışması


seo çalışması,ndan islam bilgisi23 bugün seo çalışması sizin icin yazdı ve seo çalışması islam bilgileri icin cok calısıyor seo çalışması diyorki Ey müslimân! İyi bil ki, gördüğün, işitdiğin herşey, meydana gelen herşey, madde ve cism, bunların hâssaları, akllar, fikrier, düşünceler, gökler, yıldızlar, elementler ve bileşik cismler yok idi. Hepsi, Allahü teâlânın istemesi ve yaratması ile, var oldu. Aklın eremediği şeylerde şubhesız yanılıyorlar. Allahü teâlânın Peygamberi olan îsâ aleyhisse-’ amin sözlerini, bunların en büyüğü tanınan Eflâtun işitince, (Biz emiz, olgun ilerici insanlarız, bize doğru yol gösterecek, kimseye
yaşadıklarından mîlâd, ya’nî noel gecesi doğru anlaşılamamışdır Jlıladın, birinci kanun [aralık] yırmibeşinde veyâ ikinci kânûn [oLk] tıncı veya başka gun olduğu sanıldığı gibi, bugünkü milâdî senenin hâldedillerdeki kitâblarda yazılıdır. O halde, ,miladı sene, muslımanların senesi olan, hicrî .sene gibi doğru
hısselam» arasındaki zeman, bin seneden az değildir (Mevâhll^i ledunnıyye) İkinci cıld, üçüncü fasida diyor ki, (İbni Asâkirin Şa’bîden haber verdiğine göre, Isa aleyhisselâm ile Muhammed alevhisselâm arasında dokuzyüzaltmışüç [963] sene fark vardır.) Mİıhamnıed 622 cı senesinde Safer ayının son Perşembe günü akşama vakın ,Se\ r dağında mağaraya girdi.Küba dış mahal^L-sıne ayak ba.sdı. Bu gün, müslimânlarm (Hicrî seZ .^ne başı oldu. O gun Rebî’ul-evvel ayının sekizinci günü idi. tnsanla-nn maddeleri birleşdirmesi,] sebeblerin ve şartların de&şmesı ile [yem veni cismlerin teşekkül etmesi,] Allahü teâlânın fi hm, yapmasını Lrdeliyor bizden örtüyor. Kuvvetinin, kudretinin meydana çıkması fl yap^rve yaratLs. için, sebebleri, vâs,talan ^aya koymuj dur’ Akh olan, uyanık olan, kalb gözlerim. Peygamberlere «aleyh müssalevâtü vesselâm» uyarak, sürmelemış, cilalamış olan kimse, bu Te^l"e vâsıtaların da, Allahü teâlâ tarafından yarauldığmı ve her ân Onun kuvvetine muhtâc olduklarını.yaratan ve bunlara te’sîr ve kuvvet, enerj. veren bulunduğunu anlar. Aklı olan kimse, cansız bir ğini görünce, bunu hareket etdiren bir kuvvetin Lkda olan bir cismin, kendiliğinden hareket Hisardan bir kuvvetin bunu harekete getireceğim bilir Demek ki, Sfbir crsm'in. hareket etmesi bunu hareket «e» kuvvetin varlığını akl sâhiblerınden gizlemiyor. Hareket eden cismin
yalnız Ehl-i sünnet âlimleri görebilmişdir. Diğer yetmişıkı fırka, bu farkı anlıyamıyarak, hepsi dalâletde kaldı, yollarını şaşırdı. Meselâ, Mu’tezile fırkası, herkesi, kendi işinin hâlıkı zan etdi ve filânca kimse, filân işi yaratdı dedi ve insanlar, îmânlarını ve küfrlerini kendileri yaratıyor dedi. [Bunlar, bu yanlış inanışı, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları için, kâfir olmuyor ise de, doğrusunu kabul etmedikleri için, bir müddet Cehennemde yanacaklardır. Fekat âyet-den, hadîsden, dinden, îmândan haberi olmıyanların, devlet ve saltanat sâhiblerine yaltaklanmak, teveccüh kazanmak için, yaratdm demeleri, küfr olur. Allahü teâlâdan başkasına, yaratdı demek, çok tehlükelidir. Yurdumuzun dışındaki alevî ismini taşıyan şi’îler de, günâhları insanlar yaratıyor. Allah, yalnız iyilik yaratır diyor. îstan-bıılda basılan Eshâb-ı Kiram ve (Hak Yolun Vesîkâları) kitâbların-da şî’îlerin bu sözleri yazılmış, çok güzel cevâb verilmişdir.).

Şeyh-i ekber, Muhyiddîn-i Arabînin «kuddise sirruh» ve izinde gidenlerin, kitâblarından anlaşılıyor ki, (Allahü tcâlânın Hâdî ismi, îmânı ve ibâdetleri beğendiği gibi. Mudil ismi de, küfrü ve günâhları beğenmekdedir). Bu sözleri de, Ehl-i sünnetin doğru i’tikâdına uymuyor ve icâba, irâdeyi inkâra yaklaşıyor. Güneş, aydmlatmakdan râzı-dır demeğe benziyor.

Allahü teâlâ, kullarına kuvvet, kudret, irâde vermişdir. İstediklerim işlerler. İnsanlar, işlerini kendileri yapıyor. Allahü teâlâ da, yaratıyor. Allahü teâlânın hikmeti, âdeti şöyledir ki, insan bir işi yapmak isteyince, O da, isterse o işi yaratır. Bu iş, insanın kasdı ile, ihliyârı ile meydana geldiği için, işin mes’ûliyyeti, sevâbı ve cezâsı, o insana oluyor. İnsanın ihtiyârı zaîfdir, azdır diyenler, Allahü teâlânın irâdesinden az olduğunu, demek istiyorlarsa, doğrudur. Yok eğer, emrleri yapacak kadar değildir, diyorlarsa, yanlışdır. Allahü teâlâ, insanlara, yapamıyacakları birşeyi emr etmemişdir. Hep kolay emr etmiş, güc şey istememişdir. Az zemandaki bir küfre, sonsuz azâb etmeği ve az zemandaki îmâna, sonsuz ni’metler vermeği, takdîr etmişdir. Bunun sebebini anhyamayız. Allahü teâlânın yardımı ile, şu kadar biliyoruz ki, insanlara, görünür görünmez, bütün ni’metleri, iyilikleri veren, yerlerin, göklerin, zerrelerin yaratanı ve noksânsızlık, kusûrsuzluklar yalnız Ona mahsûs olan bir Allaha inanmamak elbette çok şiddetli, çok acı azâb ister ki, bu da. Cehennemde sonsuz yanmakdır. Böyle bir ni’met sâhibine, görmeden inanmak ve nefsin ve şeytânın ve din düşmanlarının aldatmalarına kanmıyarak, onun sözlerine güvenmek, büyük mükâfât ister ki bu da. Cennet ni’metlerinde ve lezzetlerinde sonsuz kalmakdır. Meşâyıh-i kirâmdan çoğu dedi ki:


girmek, yalnız Allahın fazlı ve ihsânı iledir. İmânı, Cennete girmeğe sebeb göstermek, kazanılan ni’metin lezzeti, dahâ çok olduğu içindir). Bu fakire göre Cennete girmek, îmâna bağlıdır. Fekat îmân, Allahü teâlânın fazlıdır, ihsânıdır. Cehenneme girmek de, küfrden dolayıdır. Küfr ise, nefs-i emmârenin arzularından doğmakdadır. Nitekim Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresi yetmişdokuzuncu [79] âyet-i kerîmesinde, (Her güzel, her iyi şey, sana Allahü teâlâdan geliyor. Her çirkin, her fena şeye de, nefsin sebeb oluyor) buyuruyor. Cennete girmeği îmâna bağlamak, îmânın kıymetini bildirmek içindir. Bu da, îmân olunacak şeylerin kıymeti ve ehemmiyyeti demekdir. Bunun gibi. CVhcnncme girmeği dc küf re bağlamak, küfrü tahkîr içindir ki, inanıl-mıyan .şeylerin kıymetini bildiriyor ve onlara inanılmadığı için, böyle sonsuz azâb veriliyor. Ba’zı meşâyıhın, başka dürlü söylemelerinde, bu incelik yokdur.

Dünyâdan âhırete îmânlı giden, Cennetde Allahü teâlâyı cihetsiz ve keyfıyyetsiz ve hiçbirşeye benzetmiyerek ve misâli olmıyarak göre-cekdir. Buna, müslimânların yetmişüç fırka.sından, yalnız Ehl-i sünnet inanmışdır. Diğerleri inkâr etmiş ve cihetsiz ve keyfiyyetsiz olarak görmek olamaz demişlerdir. Hattâ, Muhyiddîn-i Arabî «kuddise sirruh», âhıretde Allahü teâlâyı görmek, (Tecellî-i sûrî) dir. [Ya’nî, kendini değil, sûretini görmekdir diyor]. Başka dürlü görmek olmaz diyor. Birgün üstâdım, Muhyiddîn-i Arabînin şöyle buyurduğunu söyledi. (Mu tezile fırkası, Allahü teâlâ, aklın ermediği bir görmekle, cihetsiz. keyfiyyetsiz olarak görülecek demeselerdi, başka şeylerin görülmesi gibi, görülecek deselerdi ve Onu görmeği, sûrî bir tecellî olarak bilselerdi. Onu görmeği inkâr etmez, görülemez demezlerdi. Ya nî cihetsiz, keyfiyyetsiz olarak görüleceğine inanmıyorlar. Sûretin tecellîsinde i.sc, cihet ve keyfıyyet vardır). Hâlbuki Cennetde Allahü teâlâyı görmeği, sûretin tecellîsi [görünmesidir] demek. Onu görmeği inkâr etmekdir. Hernekadar oradaki sûretin tecellîsi, dünyâda eşyâ sürerlerinin görünmesi gibi değil ise de, yine Onun kendini görmek değildir. Arabî şi’r tercemesi:

îmân sâhibleri, Cennetde Allahü teâlâyı keyfiyyetsiz görecekdir.

Bu görmeği anlatmak, mümkin değildir.

[îmânın dördüncü şartı. Peygamberlere inanmakdır]. Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için. Peygamberler «aleyhimüssalevâtü vettes-lîmât» gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolu şaşırmış olan insanlara. Onu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksân olduğu için, o büyüklerin da’vet nûru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramaz.Allahü teâlâdan dilerdi. Meselâ, Ya’kûb «aleyhisselâm» çocuklarını Sûriyeden, Mısra gönderdiği zeman, nazar değmesin diye, (Hepsi bir kapıdan girmeyip, ayrı kapılardan girmelerini) nasihat etdi. Bununla berâber, nazar değmemesini, Allahü teâlâdan dileyip, (Bu nasihati yapmakla, Allahü teâlânın sizin için dilediğini değişdiremem. Çünki tedbir, kaderi değişdiremez. Her zeman onun dediği olur. Sizi Ona emânet ediyorum. Ona güveniyorum. Herkes de, her işinde, yalnız Ona güvenmelidir. Herkesin, zevallı bir vâsıtadan başka birşey olmadığını düşünerek, yalnız Ona güvenenlerin imdâdına elbette yetişir) dedi. Allahü teâlâ, bu hâli Kur’ân-ı kerîmde, Yûsüf sûresinde, bildiriyor ve beğeniyor ve bu ilmi, ona ben verdim buyurarak, (O âlim idi. Kaza ve kaderimi biliyordu. Ona bildirmişdim. Fekat, insanların çoğu, kaza ve kaderimi anlamıyor) diyor.

Allahü teâlâ. Peygamberimiz Muhammed aleyhissalâtü vesse-lâma da sebeblere yapışmasını emr ederek, Enfâl sûresi, altmışdör-düncü [64] âyetinde, (Ey sevgili Peygamberim «sallallahü aleyhi ve sellem» ! Sana, Allahü teâlâ ve mü’minlerden, sana tâbi’ olanlar yetişir!) buyuruyor.

Sebeblerin te’sîrine gelince, Allahü teâlâ, sebeblerde ba’zan te’sîr ya'nî iş yapabilecek kuvvet de yaratıyor. O işi, hâsıl ediyorlar. Ba’zan da, aynı sebeblerde, bu te’sîri yaratmıyor. O işi yapamıyorlar. Bu hâli herkes her zeman görmekdedir. Aynı sebeblerin, aynı işi, ba’zan meydana getirdiğini, bazan da, işi yapamadığını hepimiz görmekde-yiz. Sebeblerde, te’sîr yokdur demek, tecribeleri, hâdiseleri körü körüne, inkâr etmekdir. Te’sîrine inanmalı. Fekat, sebeblerdeki bu te’sîrlerin de, kendileri gibi, Allahü teâlânın yaratması ile, vücûde geldiğini bilmelidir. Bu fakirin, bu mes’eledeki sözü, işte böyledir. Demek ki, sebeblere yapışmak, tevekküle, [Allahü teâlâya güvenmeğe] manî’ değildir. Aksini tesavvuf yolunda yürüyen ve henüz ilerlememiş olan, sofiler söyler. Hâlbuki, sebeblere yapışmak, sebeb-leri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir. Ya’kûb «aleyhisselâm», hem sebeblere yapışdı, hem de Allahü teâlâya tevekkül etdi.
îmânın altı şartından biri de, kadere, hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmakdır]. Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi kötüyü irâde eder, ister ve yaratır. İyilerin de kötülerin de hâlıkı, yaratını O’dur. Fekat, iyiliklerden râzıdır. Şerlerden râzı değildir. Ya’nî, beğenmez. İrâde başkadır, rızâ başkadır. Aralarındaki farkı.dikçe, bunları anlamakda şaşırır ve aldanırız. Evet akl, doğruyu iğriden ayırmağa yarıyan bir âletdir. Fekat, tâm olmıyan bir âletdir. O büyüklerin da’veti ile, haber vermeleri ile, temâm olmakdadır. Âhıretin azâbı, sevâbı, bu da’vet ve haberden sonra olur.Akl göz gibidir. İslâmiyyet de ışık gibidir. Ya’nî, insanın aklı, gözü gibi zaîf yaratılmışdır. Gözümüz karanlıkda göremiyor. Allahü teâlâ, görme âletimizden istifâde edebilmemiz için güneşi yaratdı. Güneşin ve çeşidli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramaz, tehlükeli cismlerden, yerlerden kaçamaz, fâideli şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmıyan veyâ gözü bozuk olan, güneşden fâidelenemez. Fekat, bunların güneşe kabâhat bulmağa hakları olmaz.
Aklımız da, yalnız başına ma’neviyyâtı, fâideli, zararlı şeyleri anlıyamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan fâidelenmemiz için. Peygamberleri, islâmiyyet ışığını yaratdı. Peygamberler, dünyâda ve âhıretde râhat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlükelerden, zararlardan kurtulamazdık. Evet, islâmiyyete uymı-yan veyâ aklı az olan kimseler ve milletler Peygamberlerden fâidelenemez. Dünyâda ve âhıretde tehlükelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vâsıtaları, mevki’ rütbe, para ne kadar bol olursa olsun. Peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir ferd, hiçbir insan mes’ud olamaz. Ne kadar, neş’eli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamakdadır. Dünyâda da, âhıretde de râhat ve mes’ûd yaşayanlar, ancak. Peygamberlere uyanlardır. Şunu da bilmelidir ki, râhata, se’âdete kavuşmak için, müslimânım demek, müslimân görünmek yetişmez. Müslimânlığı iyi öğrenmek, onu doğru anlamak ve yapmak, ona uymak lâzımdır.seo çalışması sundu.


seo calısması

seo

seo fiyatları

seo uzmanı

seo çalışması

seo hizmeti

seo danışmanlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder