Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika telefon ve allah bize yeter


replika telefon ve allah bize yeter bilgisi Bedi Nuri’ye göre, anarşist sistem, lügat anlamı her ne olursa olsun, a.slında ,sosy^ olaylan, belli bir hedefe sevk eden iktisadi ve siyasi yönleri de bulunan bir fel.sefejj, Ünlü Rus anarşisti Bakimin -ki belirli bir sosyal şeklin mevcudiyetiyle ortaya konulm^j olan her tür sosyal kuruluşu red ve inkâr etmektedir- şekilsiz, soyut bir sistem anlay^, ile yeni bir sosyal sistem kurmak isler. Hâlbuki bireyci sistem, ferdin toplum karşısında, bir halet-i nıhiyesini, bir hayaü duyarlılığını, zihni fonksiyonunu gösterir.
Bireycilerin tanımlaması açısından bireycilik, içinde yaşamaya mecbur olduğumut, oluşmuş topluma ve bu oluşmuş toplumun yeknesak kurallarına, zorlamalarına karş, düşmanlığa güvensizliğe doğru sevk eden bir hassas durumdur. Bu, toplumdan kaçmak ve kendi kendine inzivaya çekilmek hissidir. Bir de her şeyden çok, toplumsal etkilerin nüfuzundan ve baskısından azade kalmış olan derin “ben” duygusunu korumaktır.

Sosyologumuza göre, anarşist felsefenin iyimserliği (nikbinlik) şüphesizdir. Bu nikbinlik, anarşizm adlı bu revaçtaki sistemin fikri gıdasını teşkil eden kütüphane raflarındaki kan kırmızısı renkli koca koca ciltlerde açıklanır. Rousseaue’nun hayali hu ciltlerde canlanır (tersim eder). Anarşistler inanıyor ki, sosyal ahenksizlikler, bugünün, fen ile toplum arasında gösterdiği temel eser esaslı değil anzidir. Hangi anlamda telakki edilirse edilsin anarşistler iki muhalif deyim “toplum ve ferdi hürriyet" arasında bir uzlaşmayı imkân dışı addederler. Bunların tasavvur ettikleri her topluma, anlam ve sözlerinde bile muhaliftirler.
Bedi Nuri'ye göre, iyimser, hümanist ve bir ahlaki teori ile beslenmiş olan anarşist sistem bir sosyal sözleşme ve içtihattır. Bireycilik sistemi ise .sözleşmeye zıt ve ictihata pek az eğilimlidir. Bireycilik: Hiçbir vakit bir kimsenin hayat biçimimi kabul etmesini istemem; çünkü bunu başkası öğreninceye kadar benim bir başka hayat tarzım olacak-tır. görüşündedir. Bireyciler tarafından topluma karşı tavsiye edilen hareket çizgisi anarşistler tarafından tavsiye edilenlerden çok farklıdır. Bireyciler için çözümlenmesi gereken mesele zorunlu bir kötülüğün varolduğu bir toplum içinde yaşamak için ne yapmalıdır.^ problemidir. [Bedi Nuri, (7);640].
Alman kalabalığının ortak özellikleri yoktur; bir İngiliz mitingi mahiyet^
lanüsından çok farklıdır, insanlar bir araya toplandıkları zaman uJuJann gizli ve yüksek sesleri bunlann dilinden eder.
Sos^'ologumuza göre, kalabalığın tabii saikJerinin yanında hodbinJijf
yet) hissi de unutulmamalıdır: Bir tiyatro salonuna girenler veya çıkanlar kaj şılmış durumlarından olan dirsek atmalara, itişmelere maruz kalırlar. Bir özelliklerinden biri dc sebatsızlığıdır. O bir dakikalık etkiye göre kalabalık, kûnete, vahşetten nezakete geçebilir.
Bir kalabalıkta, bir toplulukta görülen belirgin vasıflar: Şahsiyetin yok olu.
tabii saiklerin, gurur ve sebaLsızlığın öne geçmesidir. Kalabalığı meydana getiren|j^ fertler arasında umumi bir şey; çevrenin ve dedelerimizin benzerliklerinin (müşa^^ ecdat) meyvesi olan ihtiyari ve gayr-i ihtiyari olan eğilimler vardır. Aynı kalabalığa,^ çalarım teşkil eden varlıklar arasmdaki birleşme şekli ayrı bir ırka ve milliyete, ay„j^ eyalete veya yakın bir şehre ait olmalarına göre çoğalır. İşte bu sebeplerden dolay, leştikleri dakikadan itibaren birbirlerine yakınlaşır ve tçmas ederler. Şüphesiz bunJard,. her birinin düşünce ve zekâsı diğerine muhaliftir.
Bir kalabalıkta ulvi fikirler varlıklannı bile hissettiremezler; tabii saikler, harc-ıale, olan özellik ve orta dereceli vasıflar böyle bir sırada her zaman galip gelir. Bu zekâlar bu tabu saikler birbirine eklenip (inzimam) katıldıkları halde, yüce vasıflar bilakis, tej başına ve topluluğun baskısı altında kalırlar.
Bir kalabalığm özel vasfını tayin eden asıl madde bir taraftan taklit, diğer taraftaı telkindir. Taklit, her zaman ihtiyari ve keyfi değildir; çoğunlukla istemediğimiz halde ta-biaumızda hükümran olur. İnsanlann bir sosyal çevre içinde aynı elbiseyle dolaşıp, ay nı yemeği yemeleri, yani moda taklit duygusundan başka nedir? Kalabalığm diğer olayı telkindir. Fertler şahsiyetlerini öldürmüş olmalanyla, düşünce açısından, bir nisbi zayıflık halinde bulunurlar. İşte burada kalabalığı sevk ve tertip eden şahıslann umumiyetle en dehşetlisi olan kişi ya da kişilerin önemi ortaya çıkar. Mesela grevlerde vicdani ka naaderiyle ayaklanan adamlar bulunduğu gibi, grev ve isyanı san’at edinenler de vardır [Bedi Nuri, (8): 10].
Ablak kelimesi dilimize Arapçadan girmiştir. Etimolojisinde, ‘bir şeyi takdir etme! ‘ölçmek, biçmek’, ‘bir şeyin yumuşak ve pürüzsüz olması’ gibi anlamlara sahiptir. Aslu da ahlak kelimesi çoğul bir kelimedir. Tekil hali ‘hulk’tur. Hulk kelimesi, ‘huy’ anlaır na gelmekte, hatta ‘tabiat’ ve ‘karakter’ anlamına karşıUk olarak da kullanıldığı göri’ mektedir. Yaratık veya mahluk anlamında olan halk’ kelimesiyle, huy anlamına gele ‘hulk’ kelimesi Arapçada aynı orijine .sahip iki kelimedir. Bunlardan birincisi yani hal zahirin algılanabilen şekil ve suretlere, bir diğer tabirle yaratılmış varlığa söyJenirka İkincisi yani hulk, basiret, çözüm şekli bulunur, tabii olduğu kanunlar keşfedilir.
Sosyologumuza göre, ahlakın gayesinin smırlannı bir sosyal fert veya topluma hayır kazandırmak, görev ve fazilet duygusunu telkin etmek olup olmamasına göre çizebiliriz. Herhangi bir toplumun içinde sosyal hizmetlerin yerine getirilmesi, sosyal bağla-nn kuvvetlendirilmesi için o toplumun eski geleneklerinin etkisi altında manen zorunlu olan, yani izin verdiği fiiller, hareketler veya niyetlerin tamamıdır.
Kadim Yunanlılar Aristo zamanında aWak bilimini, hikmet-i tabiiye, mantık ve ahlak olmak üzere üçe ayırırlardı.
Âlılak ilminin kapsamı, insanların manevi vasıflan, şahsi özellikleri ile, ihtiraslan ve kazanç tarzına göre değerlendirilirse, ahlak ilmi diğer bilimlerle de karışır. Me.sela insanların şahsi özellikleri ve manevi vasıflan psikoloji bilimi (ilm-i ruh) ile ihtirasları hukuk bilimi ile kazanç tarzı iktisat bilimi ile ortaklık (iştirak) gösterir, bu surene ahlak bilimi geniş bir inceleme alanını kuşatır veya bu alanları diğer bilimlere terk eder.replika telefon
Bedi Nuri’ye göre, ahlak ilmi, din ile de sıkı sıkıya ilişkidedir. Bütün dinlerde ahlaki fiil ve kurallar vardır. Bunlarda ya edebiyatın düşünce üzerindeki etkili kuvvetinden bilistifade doğrudan doğruya ahlaktan söz edilir; ya da ahlaki kurallardan doğrudan doğruya söz edilmemekle birlikte bir ahlaki gaye edinmeye, ahlak eğitimine, ahlaki düşüncenin telkinine ulaşılır. Şu halde ahlak ister bir ilim şeklinde tasavvur olunsun, ister dindarlık ahlakı, ister, alılak edebiyatı şekllinde görülsün bir tür eğitim, öğretim ve fikir gelişmesinden ibarettir. Alılakm öğrenilmesi, edebiyata ve dine girebilmesi için ilkin bizzat mevcut olması gerekir. Buna göre ahiakın, konulup (vaz’) icad edilmiş değil, belki temel olarak bulunarak tamamlanmış olması, bir tabii temele sahip bulunageliyor olması kesinlik taşımaktadır. Ahlak bütün sosyal olaylar gibi, insan hayatının bir asli ve zaruri gereği şeklindedir ve hayvanlardaki şevki tabiiye benzer. İstek dışı icra olunan insiyaklarının, nitelik ve özelliklerinin ortak görüntüsü tarzında oluşur. [Bedi Nuri,
Bedi Nuri’ye göre, ahlaki olaylar, soyut biçimde ve sırf diğer sosyal eylem ve hareketler ile olan ilişkileri açısından incelenecek olursa sosyolojinin (hikmet-i ictimaiye-nin) incelediği sosyal olaylar gibi bir ilmi konu şeklinde görünürler. Bu ahlakın teorik kısmıdır. Fakat ahlaki olaylar, vicdanda, hak veya vazife, vicdan azabı, takdir duygusu, övme veya yerme şekillerinde tezahür ettikçe geçişli (müteaddi) bir şekil alırlar. Bunlar o zaman teori dairesinden çıkarak pratik alana, düşünce ve tasavvur alan ından hareket alanına vanrlar. Bu da ahlakın pratik kısmı olur.
Sosyologumuz, teorik ahlakın, sosyolojinin (hikmet-i içtimaiye) bilimsei konularından birini oluşturduğunu belirtmektedir. Sosyoloji (İlm-i hikmet-i içtimaiye), ahlaki olayların bir tür sosyal olaydan ibaret olduğunu ve birine uygulanabilecek usulün diğerini de kapsayabileceğini ortaya koymuştur. Bu esasa göre pratik ahlak da sosyolojinin pratik uygulamalarının bir kısmıdır. Sosyal bilimlerden (Ulum-ı ictimaiye)den bu konuda başka bir örnek aramak gerekirse, ahlakın pratik yönüne yönelik olan problemlerini siyaset bilimine benzetebiliriz.
Ona göre, diğer bilimlerde uygulamaların, teorik yönünü, pratik yönden ayırmak kolaydır. Mesela bir makine imal edecek kimse bilimsel teorinin yahut zihni tasavvurla-nnın hâsıl ettiği sonuçları uygulamaktan başka bir şey yapmaz. Biyoloji (ilm-i hayat) veya anatomi (ilm-i teşrih) kâinatta kendi alanlarını inceleyip keşfetmekle uğraşmaktadır. Anatomi, uygulamalarını başkalarına (ameliyat-ı teşrihiye
Bedi Nuri, ahlakı bir toplumun içinde sosyal fonksiyonların yerine getirilmesi, soj. yal bağlann kuvvetlenmesi için toplumun manen zorunlu kıldığı fiil, hareket ve niyeik, rin tamamı olarak tanımlar. Bireyin ahlaki kurallara uymaması, toplumun fertleri tarafı^, dan suçlanılıp, diğer bir deyimle bireysel mevkiini tayin eden sosyal ilişkilerinde az çok başansızlığı, az çok gerilemeyi gerektirecek bir dumma düşmek suretiyle bir manevi cc-zaya çarptırılmasını gerektireceğini savunmaktadır.
Ona göre, bir fen ahlaksızlığın hesabını nasıl mensup olduğu topluma veriyorsa, bir toplumda da ahlak kurallarını terk ve ihmal etmek illetinin sonuçlarını, hayati varlığının topluluklar sicilinden silinmesiyle öder. Onun içindir ki, “bir milletin çöküş sebeplerinden biri de ahlakının bozulmasıdır" şeklindeki kural her zaman için geçerli olmuştur. Fakat ahlakın her zaman ve mekâna göre değişken olabilmesi sebebiyle, ahlaksızlık da görecelidir. Bir toplumu hangi döneminde incelersek başka bir ahlak duygusunun içinde görürüz. Bütün organizmalar gibi beşeri fert de, hem kendi hayatını sürdürmek, hem de türünü devam ettirmek keyfiyetini nefis duygusu sayesinde kazanmıştır. Sonsuzluk çekişmesi (tenazü-i beka) kanunu, her ferdin her şeyden önce kendi geleceğini (beka) temin, özel ve ferdi menfaatini elde edecek şekilde gayret etmesini gerektirir. İlkel durumdaki bir insan tarih öncesinin ilk gayretini kendi geçimini temine, yanı sırf kendi nefsine menfaat temini içm yapmıştı. Fert bunu sağlamak için başkalanyla beraberlik kurmak zorundadır. [Bedi Nuri, (10): 164],
Bir Cinayet Olarak “İntihar ve İntihar Hakkı”
Bedi Nuri ye göre, zulüm ve cinayetlere meyilli olmak, bütün organizmaların (uz-viyat) ortak vasıflarından birini teşkil eder. “Güçlü olamn yaşama hakkı” kanunu, en ilkel organizmalardan en mükemmeline varıncaya kadar bütün canlı organizmaların yaşama haklarını (hakk-ı beka) başkalarmın zaranna olarak aramalannı, yaşama hakkı adına güçlünün zayıfa karşı en vahşi cinayet ve zulmü uygulamasını gerektirmiştir. İşte bu açıdan bak ılınca canlı organizmalarda hayat, sonsuz bir cinayetler zinciri şeklinde ortaya çıkar.
Sosyologumuz için, organik olu şunların son noktasını meydana getiren insanlığın da bu genel kanunun dışında kalması mümkün değildir. Onun için de en uzak efsaneler döneminden (devr-i esatir)nden, günümüzün (miladi 19U) uygar dönemlerine ka-darki insanlık olaylarının tarihi, açık veya gizli bir cinayetler silsilesinden ibaret olmak üzere tanmılanabilir. Siyasetler zulüm üzerine temellenmiştir, tahtların kaynağında zulüm ve cinayet vardır. Toplumlar ezdikleri toplumlann enkazı, kemikleri üzerinde yükselirler, Bu derin cinayet fikriyle beslenen insanlık, cinayet fikrinin son tekâmül haline ulaşır: Kendine karşı
Becli Nuri bunu hukuk açısından ele aldığını, bu konuya hukuki araştıı-malardan, cinayeti sırf bir .saldın olarak anlayıp, tavsif eden, cinayetin şiddetini başkasına .saldırının derecesiyle değerlendiren hukuk teorilerinden başka bir şekilde ele almak istediğini bildirir. Cinayet felsefesi açısından cinayetin etmenleri incelenirse her zaman bireyin hayatını teminden, yükselmesinden veya ihtiraslanmn giderilmesinden ibaret olduğu görülmektedir. Ona göre insanın cinayet güdüsü hayatını ve hayat faaliyetini istediği şekilde yönetmek arzusudur. İntihar, yani kendine karşı cinayet ihtirasların diğer hayati arzulara üstün gelmesinden, hayvanca hırsın tekâmülünün son noktaya ulaşmasmdan doğar. “Tekamül” kelimesiyle iki uç noktayı müterakki (ilerleme) ve mütedenniliğin (alçalma) son sınırlarını ka.stettiğini söyleyerek; intihann zulüm fikrinin, kan dökücülük temayülünün, nefse tatbik edilmiş bir biçimi olduğunu kabul eder. Diğer taraftan i.se intihar edenin kendisine zulm ettiğine inandığı çevre ve toplumdan bir tür intikam aldığını, o toplumun adeta üyeliğinden istifa ettiğini belirtmektedir.
Kendi nefsine karşı cinayetin, günümüz (miladi 1911) ceza kanunlanna göre baş-kalanna saldırıyı içemıediği için hukuk noktasından bir suç (cürüm) sayılmayarak bu yönüyle hukukun kapsamının dışında kaldığını belirtir. Muhtelif zaman ve yerlerde intihann farklı ele alışlarla karşılandığını açıklar. Mesela Roma'da intiharın haram terakki edilmediği, intihar eden mahkûmun, mallannın müsadere edilmeyerek ailesine bırakıldığı, buna karşılık ortaçağ Avrupasında; intihar edenin -mahkum olmasa da- malının müsadere edildiğini ve cesedinin yerlerde sürüklendiğini belirtmektedir. Bedi Nuri, Fransız inkılâbından sonra Avrupa ceza hukukunda yapılan değişikliklerin ardından kanun nazarında bir şahsın intihar hakkının tanındığını söylemektedir.replika telefon
Bedi Nuri’ye göre, toplum yalnız başkasına, başkasının hukukuna saldırmayı fiil ve olaylan tartışıp cezalandırmakla kalmaz; sosyal düzeni bozan, hatta bozmaya yönelen şeyleri maddi cezayla olmasa da ayıplama ve suçlama gibi manevi cezalarla cezalandırmaktadır. İnsanın sosyal bir fert olduğu, hayat ne kadar elim olursa olsun, hayatı süresince toplumun bütün nimetlerinden yararlanıyor olduğu göz önüne alınırsa, topluma karşı bir takım vazifelerle mükellef, bir sosyal borç altında olduğu; bu sosyal borcun ise topluma bağlanmak, geleneklerine uymak ve ona yeni fertler yetiştirmekle ödeneceğini söylemektedir. Ona göre insanoğlu kendisine ait olan hayatını herkesin haynna hizmet edecek şekilde kullanmak şartıyla toplumla bir gizli mukavele imzalamış ve taahhüt altına girmiştir. Ona göre her fert kendisine maddi şahsiyetinin dışında bir sosyal şahsiyet tayin etmelidir ve işte bütün ahlaki saikler buradan doğar; bu düşünce altında bütün ahlak kuralları gelişir; bu açıdan bakılınca intihar bir ahlaki cinayettir. İntihar eden ise bir sosyallerdi kaüeden katil hükmündedir. [Bedi Nuri, (16);1327],
Siyaset Sosyolojisi ve Felsefesi
Bedi Nuri’ye göre, ahlaki hayatta aile müessesi ne kadar önemli ise hukuki hayatta da siyasi kumiuşiar aynı önem derecesine sahiptir. Ama o aile kuaımunun sırf ahlaki konu oiarak buiunduğu fikrinde değildir. Aile kurumu, aynı zamanda bir hukuki olaydır. Diğer taraftan siyasi kummiara, büyük bir aileden ibaret farz olunabilecek olan bir toplumun ailevi teşkilatı nazarıyla bakılabilir. İnsanın en müthiş ihtirası olan siyasi ku-nımlarm, tanzim ve ıslahı sorunu her zaman toplumların en mühim sosyal ihtiyaçlarından birisini teşkil eder.
Sosyologumuz siyaseti sorgulamaya, onun bir ilim olup olmadığını tan maktadır. Ona göre siyasetle ilgili konular kişiden kişiye ve toplumdan topluma^d -muş gibi görünen konulardır. İlmi konularda ise büyük münakaşalar cereyan sürülen iddiaların cevaplanması gerekir. Aynı zamanda bu ilmi konuların ekserisi dan birinin kesin deliller göstererek galip gelmesiyle sonuçlanır. İşte bu noktadan bak/' ca siyasetin bir ilim olup olmadığı tartışılabilir. Hâlbuki siyaset insani fiillere, yani sos^ olaylara bağlı kanunların uygulanmasmdan bahseden kuralların tamamıdır. Sosyal olayb nn belirli delillerinden, tecrübi kısımlanndan olan istatistikler bize .so.syal olayların gelij, güzel bir şekilde meydana gelmeyip, muntazam kanunlara bağlı olduğunu gösterir.replika telefon
Bedi Nuri’nin “Felsefe-i Siyaset” başlıklı yazısında naklettiğine göre, henüz istatisij, ğin en ileri noktaya ulaşmadığı, iktisadi olayların mahiyetinin bugünkü gibi anlaşılanla, dığı zamanlarda bile “pozitif felsefe= felsefe-i müsbete”nin kunjcusu Comte, sosyal olay, lann uygulanmasından ve tamamınm işleyiş biçiminden ibaret olarak algıladığı siyasetin tesadüf ürünü olmayıp, insanlığın tekamülünün belirli kanunlara bağlı olduğunu, bu ka-nunlann keşfi için canlı cisimlerin organik şanlarıyla, inorganik cisimlerin bunlar üzerindeki etkilerinin bilinmesinin gerektiğini belirtmişti.replika telefon
Sosyologumuz Bedi Nuri doğanın hiç boşluk tanımayacağı görüşünden hareket ederek, siyaset ilminin diğer bilimlerle olan münasebetinden ve yapısından kaynaklanan bütün karmaşıklıklarından dolayı yalnız tahsilinin değil aynı zamanda varlığının bile şüpheli olacağmı belirtmektedir. Diğer taraftan insanların bütün sosyal olaylarda olduğu gibi siyasi olaylarla da her zaman temasta bulundukları için, bunların gelişigüzel vücut bulduğunu zannetmelerinin; bu yüzden de siyaseti bu kadar incelemeye lüzum bulunmadığını iddia ediyor oluşlarının eleştirisini yapmaktadır. Ona göre, bütün ilim ve fen-ler gibi siyaset ilminin de çok eski bir düşmanı vardır: Gerçeğin ortaya çıkışı ve dış görünüşün insanı yanıltışı. Bu çok kere ilmi gelişmelere engel olmuş, hakikatin asırlara gizlenmesine sebebiyet vermiştir. Sosyal ve siyasi alanda o kadar çok “gerçeğin farklı biçimde görünüşü" vardır ki hakikat bunun zıddı iken, bilimler ve cahil insanlık bunu ayın etmekten acizdir. Batıl inançlar bile bilim ve fennin gelişmesinin düşmanıdır. İnsanlık maalesef, asırlardır süregelen batıl inançlann esiridir. Siyasi ve fikri hürriyetini kazandığı halde batıl inançların esiri kalmıştır: Buna mezhep farklılıkları, milli zıtlıklar gibi etkili sebepler de eklenince siyaset ilminin kurallaımın yayılmasma engel olan amillerin mahiyeti daha da açık hale gelmiş olur.
Onun zamanınm sosyal olaylar araştırmacısı, bu olayların maddi ve soyut hakikatinin ilk sebebinin kendisi için meçhul olduğuna inanır, yalnız eşyanın hakiki ilişkilerini araştırmaya ve tanımaya çalışır. Araştırmacının bilgiye ulaşabilmesi için o olaydan soyutlanması ve olay hakkında şaibedar ve tarafgir olmaması gereklidir. Araştırma esnasında kullandığı asli kurallar ile neticede ulaşacağı sonuçlann yalnız nisbi hakikatlerden ibaret olacağını göz önünde bulundurmalıdır. Düşüncesi, zihni inceleme ve araştırma anında tabiata karşı etkileyici değil, etkilenici halde olmalıdır. Bu anlayışla birlikte sosyal bilimlerde objektif araştırma yöntemlerinin başladığı görülmektedir. Bedi Nuri, bu ifadeleriyle yalnızca yaşadığı dönemin, değil, bütün bir 20. yüzyılın bilim anlayışının öncülüğünü yapmaktadır. Ona göre, ilmi araştırma yöntemini tamamlayan 'deneme=tecrü-be’dir. İlimler karmaşık olduğu nispette, gözlemlerin zorluklarla karşılaştığı derecede ‘deneme=tecrübe’ zorunluluk hükmünü kazanır. İlmi araştırmalarda inceleme ve gözlem ilmi tecrübelerden ayırt edilemez, O halde dört hal karşısında bulunur:replika telefon yazdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder