Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika saat ve ahil tarihi bilgilerimiz

replika saat ve ahil tarihi bilgilerimiz
kolu kanadı kınlını^ olarak, o /amankı bir bakıma yeniden doğuşunda; gerekse Cumhuriyet döneminde, yukarıda değindiğimiz doğuşunda, toplumda AkvHik pek büyük ölçüde yenilmiş iken; Cumhuriyet döneminde bir ölçüde nefes alır olmuşsa da, yine de; yakın zamanlara kadar, hem Osmanlı döneminden de farklı olarak; zaviyesi (tekkesi. Cem evi, vb.), kapatılmıştı, hem de Sünnüik: tümüyle egemendi.
 replika saat

Bu durumda, 1980’lı yıllarda Ahilik; bu kez İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerin öncülüğünde, giderek Hükümetçe de kabul edilmiş olarak toplum önüne çıktığında; inanç bakımından, nesnel, gerçek bilimsel araştırmalar ötesinde; yaygın olarak hemen tümüyle, Sünnî kabul ediliyordu.
Halk içinde yer yer, Alevîlerın de Ahiliğe sahip çıktığı yok değildi. Hattâ, yüzyıllarca Kırşehir’e bağlı olup, sonra bir demokrasi cilvesi olarak Kırşehir’den koparılan ve kendi ilçesi iken il yapılan Nevşehir’e bağlanan, Alevîliğin Anadolu’daki merkezi olan Hacıbektaş’ın Alevî halkı ile Kırşehir’in Sünnî halkı; et tırnak gibi birbirlerine bağlı idiler ve bu bağlılık bugün de dün olduğu gibi aynen sürmektedir. Çok geçmeden. Alevîler; açıkça da Ahiliğe sahip çıkmaya başladılar.
İlk olarak, İstanbul’da, rahmetli Abidin Özgünay’ın, 1966 yılında yayınlamaya başladığı ve benim ilk sorumlu müdürü olarak, Ahiliği de kapsayan yazılar yazdığım Cem dergisi’nde; 1992 yılı Ekim ayında, kendi imzası ile, “Ahilik, Alevîliktir” başlıklı bir başyazı yayınladı. Bu görüş o kadar aykırı görülüyordu ki; bazı Alevî yazarlar tarafından bile tepki ile karşılandı ve Ankara’da yayınlanan Pir Sultan Abdal dergisinde, yazar Lütfi Kaleli, “Ahi Evren ve Alevîlik” başlıklı yazısında; “Ahilik, kesinlikle Alevîlik değildir” dedi! Bu iddiayı Cem dergisindeki yanıtım ile ben karşılayarak reddettim. Daha sonra Alevîler, kısa zaman içinde A. Özgünay’ın ortaya attığı tezi kabul ettiler.
Cumhuriyet dönemindeki uygulamalar, bu aşamaya zarzor gelebilirken, bilimsel araştırmalar gerçeği özellikle yine Cumhuriyet döneminde, çoktan ortaya çıkarmış bulunuyordu. Bu kitapta açıklamalarına ve çevirilerine büyük bir sıklıkla başvurduğumuz rahmetli Üstad Abdülbaki Gölpmarh, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası’ndaki ünlü, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynaklan” başlıklı ve çok kapsamlı makalesinde engin bilgi.si ile bu konuyu şöyle açıklıyor:
“FÜTÜVVET EHLİNİN MEZHEBİ VE İNANIŞI Fütüvvet ehli, Şif, yahut müteşeyyV bir taifedir.
Butun bu açık deliller, fütuvvct ehlinin Şiîliğe mütemayil (eğilimli; sg) bir zümre olduğunu göstermekle beraber şu suali sorabiliriz: Bütün fütüvvet ehli Şâ-i İmâmiyye’den miydi, daha doğrusu Alevî oldukları muhakkak olmakla beraber lütüvvet ehli ne dereceye kadar Imâmıyye mezhebini biliyordu'^ Bu soruya Bektaşî ve Alevîlenn. bu mezhebi ne dereceye kadar ve ne tarzda benimsediklerine bakarak cevap verebilinz.
Bektaşî ve Alevîler, İsnâ-aşeriyye-tmimiyye. yani Ca’feriyyc mezhebim kabul ettiklerini iddia etmişler ve salike (tarikat üyesine; sg). mezhebinin Ca feri olduğunu telkıyn edegelmişlerdir. Fakat On iki Imâm’ın adından başka bu mezhebe ait bilgileri yoktur. İmâmlann hâl tercemelennde bile aklın kabul etmeyeceği saçma rivayetlere inanırlar. Tevellâ ve Teberrâ’da (Hz. Ali'ye bağlılık ve Hz. Ali’ye uymayanlardan uzaklaşmada; sg) bile aslı olmayan masallar, esas inanışa hakimdir
Fülüvvet-nâmelerdeki uydurma rivayetlerin, meselâ Gadir-Hum'da Pey-gamber’in, Ali’nin belini, Ali’nin de Kamber ve Selmân’la o vakit çoktan ve-lat elmiş bulunan Ca’fer Tayyâr’m bellerini bağlaması, Selmân’ın da çoğu daha baba sulbüne bile düşmemiş, yahut da tamamıyla muhayyel şahıslara kuşak kuşatması, o gün sahabenin birbirlerıyle kardeş olmaları, Ali’nin yine o gün Peygamber tarafından kardeş edinilmesi, helva pişirilmesi vesaire gibi şeylerin hiç birinin İsnâ-aşeriyye-İmâmiyye rivayetlerinde bulunmadığını ve mezhebini bilen aklı başında bir Ca’ferî tarafından kabul edilmeyeceğini de burada kaydetmemiz gerektir.
Bu bakımdan fütüvvet ehlinin Şîîliği, hurafatla (hurafeler ile; sg) karışık bir Şîîliktir ve Bâtınî bir mahiyet taşır. En eski ve mazbut (derli toplu; sg) fü-tüvvet-nâmelerde bile bu aslı olmayan rivayetlerin bir kısmının bulunması, bize bunu ispat ediyor.
Şunu da söylememiz gerekir ki zaman geçtikçe bu garip rivayetler, fütüv-vet-nâmelerde büsbütün artmıştır. Zaten ilk zamanlarda şerbet içmek, şedd kuşanmak (Hayır Hoca; kuşatılmak! sg) ve şalvar giymekten ibaret olan fütüv-vel merasimine zaman geçtikçe tıraş olmak, alem (sancak; sg) ve çerağ (kandil; sg) vermek, helva pişirmek gibi şeyler de girmiş, bu suretle Bektaşî ve Alevîler, erkânlarının esaslarını fütüvvet ehlinden almakla beraber fütüvvet ehli de onlann erkânındaki bu esasları almışlar, hasılı (sonuç olarak; sg) Alevî ve Bektaşîlikle fütüvvet yolu arasında bir kaynaşma meydana gelmiştir.
Ancak fütüvvet ehlini Bâtınî bir renge boyayan, bu kaynaşma değildir. Daha önce de aralarında derecelerin bulunuşu, erkânlarına hariçten kimseyi almayışları, kendilerinden olmayanlara ‘diğer’ adını vermeleri, tsmaiüler'de olduğu gibi hurûf-ı mukattaayı (Kur’an’m 29 suresinde; Elif lâm mim, elif lâm re, kaf, sad, nun gibi harfleri; sg) remz olarak kullanmaları ve daha bunlar gibi bariz Bâtınî şiarlar vardır.
Her divanda olduğu gibi mısralun kargılık h yay,hn, vanıncM) bir tercim bir bendim, önce sağ, sonra sol
ta nakledecek ve bundan sonraki bendin altıncı heytmı de hû Olarak alacak kadar dikkatsizce toplanma} olan (Fiakınu: al-ahı
s. 162, Dı\an-ı Sultan Veled,F. Uzluk basması. Uzluk ISI), terkip, tahlil ve hüküm bakımlarından tamamıyla eavn ı/r^-, ' (ardaki J kjiabın müellifi sıra düştükçe Sünni olmayan ve horuna ^ıfmeyeı,''»urad;ı açıkça lânet edecek kadar mutaassıptır. Yalnız bu kitaptan. ıhtıv^^^hğinul kalar dolayısıyla istifade edileceğini ve bu yüzden zengin bir kn^p^ da söylememiz gerekin.
Hasılı ffitüvvct ehli ŞB. yahut müteşeyyi' bir taifedir. İnanıylan. le kanşıktır. Yollan, tamamıyla bâtını bir karakter taşır. Bilhassa XVj |
da. Osmanoğullanna karşı Safavf propaganda.sını temsil eden fütüvvjj^ de XVII yüzjılda bu bâtını karakter yavaş yavaş unutulmuş ve futuv>^ yalnı^ esnaf teşkılâtlannamhısar etmiş, fakat yine bu asırdan itibaren kj,
Hamzavîler, bu teşkilâtın bir kısmını ellerine alarak fütüvvetm asli nı son zamanlara kadar yunıtmuşlerdır”* *
Üstad A, Gölpınarlı. denn bilgisi ve uzmanlığıyla, konuy u, bir yan4| J lâm dini, bir yandan da belli ianh dönemi içinde olmak üzere geniş bilgili h.J rerek açıklamaktadır. Ancak Ahilik. İslâm dini alanını da. belli tarih d«| ve| m de aştığından. Golpınarlı'nın verdiği geniş bilgiler dahi konumuz içm„ ti,
İl olamıyor. Sadece Fütüvvetm. Emevîler ve Abbasîler dönemlerindekıi göz önünde bulundurulduğunda bile bu eksiklik anlaşılabiliyor. Biz, yj kitabımız, Sokrat ve Eflâtun’dan Günümüze Ahılik’te; bakış açımızı; | ı yıldan. 2500 yıla çıkarmıştık ve yine de belirtmiştik ki; bu çerçeve de yi eğildir ve açımızı, bu kitapta yaptığımız gibi, tüm insanlık tarihi ölçiia genişletmemiz
Kısaca; kültürdeki her >ey gibi. Ahilik dc. salt dinlerden gelmiyor. Ahilik; hem dm, hem de lelsele gibi, insanlığın başından beri; mitoloji, dm, felsefe ve Uım dtekı etkenlerle birlikte, karşılıklı etkiler içinde gelişiyor, tarihin harekelinin de etkisiyle; ilerliyor ve genliyor. İşle, İslâmiyet ile birlikte, başlangıçlardaki Emevîler ve Abbasîlcr ddnemlennde de, Ahiliğe ya da o donemdeki bütünsel adıyla Fiitüvvete; /amanın ve brılgenın tum ögelen etkide bulunuyor. Burada bu etkenleri ve Ahilik ile ilgili etkilerin tarihçesini anlatmayı hedeflediğimi/, kıtabımı/ın adında da bellidir.
f)"AHİ EVREN Mİ. AHİ EVRAN MI?" TARTIŞMASI, "AKÜJK" DİRENİŞİ VE "AHİERVAN-I VELt\ "AHİRMEN^^ YANUŞ VE SORUMSUZ SÖYLEMLERİ.
Sö/.ünü ettiğim tartışma, zaman zaman, özellikle bilim insanları ve bilime değer, gerçeklere de önem verenler ile, halk arasında ortaya çıkıyor. Ahi Evren; bilindiği gibi, Anadolu Ahiliğinin kurucusu kabul edilen. Şeyh Nasirüddin Mahmud el-Hoyi'nin lâkabıdır ve Şeyh Nasiriiddin; kısaca bu ad ile anılır. Ancak Ahi Evren, efsaneleşince, halk dilinde, “tumturak-ı el-faz” (gösterişli sözler) merakı ile adı ya da lâkabı; “Evran”a dönüşmüştür. Hattâ, veliliği de söz konusu edilerek, kendisine; “Ahi Evran-ı VeK*’ denmiş ve buna. “Pîr-i Pîran”, vb. daha da tumturaklı (gösterişli) sözcükler eklenmiştir.
Ahi Evren’in adını başlıca iki kesim, böyle tumturaklı bir biçimde söyleye gelmişlerdir: Kırşchiıliler ve esnaflar. Tarihsel kaynaklar ise, büyük esnaf Pînnın adını; “Ahi Evren” olarak kaydetmekledirler. Örneğin Âşık Paşa-zâde. Tarih-ı Al-i Osman’da; Ahi Evren demektedir. Oruç Bey ve NeşTî gibi OsmanlI tarihçileri de, Âşık Paşa-zâde’nin verdiği bilgiyi de. Ahi Evren’in adını da aynı şekilde yinelemektedirler. Öteyandan, Hacı Bektaş-ı VeK Vilâyetna-mcsi ve EvKya Çelebi Seyahatnamesi de büyük Esnaf Pîr’inin adını aynı şekilde anmaktadırlar. Buna göre de açıktır ki, doğrusu; Ahi Evren’dir. Cumhuriyet dönemi bilginlerinden Prof. Dr. Fuat Köprülü de. Prof. Dr. Neşet Çağatay da. Alman araştırmacı Prof. Dr. Franz Tacschner de, “Ahi Evren” adını kullanmışlardır.
Son zamanlarda Türkiye’de gerek kimi bilginler, gerekse de kimi devlet, hükümet yöneticileri arasında, bilime ve gerçeğe uymayan bir adet çıktı: Halk bir sözcüğün doğrusunu değil de, kendi yakıştımiasını kullanıyor ve bunda ısrar ediyorsa; kimi bilginler ve yöneticiler de öyle yapıyorlar!..
Burada, ZiyaGökalp’in ünlü kuralını anımsayabiliriz: “Galat-ı meşhur, lü-gat-i fasihten evlâdır” (Meşhur olmuş, yayılmış olan “Yanlış”; doğru sözcükten üstündür). Ama btiyle bir kuralı;
de başka turiu Mnki\se tic. Ahilikle hıv yen olmayan daJUNukluibıdışiiKİa: gerveklc ve hılmule, buna nıbar
Yakın ramanlanU Nı tariışıııanın rahmeıh Ahi Ref,k So^
Mıkiil Baytım aniMiHİa pek şuUleilı bir şekilde peymiş oldî[î^”*l ile esnat lemsılcılennııı, halâ “Ahi l-vran" şeklim lercıh cıiıkle dit.
Ahi Evren'ın avhnın; hıııılardan başka, yıııc Kırşehır’lılcnn 0 dıhiHİe. ama, ıradan alarak, kimi, bu konuda tlaha sorumlu kişiien^ nnda ve ba/cıuie kalemlerimle kullanılan bir ıkı söylenişi daha vjr da, bmek olarak, bunların, bildiğimiz ikisini vereceği/. Bu ıkısuyjJJ bılgımı/e gtiıt ilkini, ünlü KırşehııMı, Ahilik araştırıcısı, Cevat “Tanhtc Kırşehn-Gülşehri. Bahaîler-Ahıler-Beklaşiler” adlı eserm ne haber venyor. de.
“Ahıler’m merkezi olan Kırşehir’de halk ağ/mda zamanla (k) şekline inkılâp ederek çakı - çahı, yakı - yahı, bana bak bana bah <, girdiği gibi Akı da Ahi olmuştur. Hattâ Kırşehir’de halk,
ir adlı, küçük boy, 103 «yftJık bir kıup <•«>. İlk baskısı 20f)r)’dc, 2004*ie, 3 b*Mfnı da, 2008*de yapılmıy. Ama demek kı. /aman ıçımJek ’ lışmeler dikkate alınmaımş. Sayın Prof Dr. Erdem, kıiaba ya/dıgı f>nv' fbyte bo%lıyor “Ahilik, yaklaşık bin yıllık geçmişi olan bir esnaf tcşkıli«^ tna modelinin adıdır . öyle mii Ahilik, sadece bir esnaf teşkilâtlanma lyy^ ir mıdır? Sadece “bin yıllık** mıdır? Bu sorulan ve sonraki cümlelerdeki^ ha birçok şeyi geçiyoruz
Ama şu tanıtmaya dokunmadan geçemiyoruz: “Kültür Bakanlığı iJc Tl^, ye Eanaf ve Snatkftrlan Konfederasyonu’nun Öncülüğünde her yıJ Ek« aymda dOzenleoen Ahilik kutlamalan**. Sonra, önsoz’un altında, ya/ar ıın^ sının altında da. daha da talihsiz olarak. “Eylül 2008*’ tarıhıf.. “Talihsiz cüğünu yineleyerek soralım ve yanıtlayalım: Bu kadar sempatik bir gorum» içinde önsöz yazan talihsiz ProTumuz; bu tarihten tam bir ay kadar önce. Kl. tür Bakanlığı’nın. yıllardır bırakmak istediği ve pek isteksizce, eksik gedi sürdürdüğü bu “öncûMlk”tcn nihayet kurtulmuş ve bundan sonrası için, Saos yi ve Ticaret B^anlığı Ahilik Kutüma Yönetmeliği’nın çıkarılarak, 13 Ağos toa 2008 tanhiı Resmi Gazete’de yayınlanmış olduğundan haberi yok mudur Demek ki yokuırî..
TESK’e gelince: Oradakiler de, bizim gibi insanlar değil mi? Herhangi b» kişi ya da kurumu lâyüsel: elcştınleınez. kusursuz sayarak hem de bilim adım Ahiliğe hizmet edilebilir mi? TESK. günün işlerinden ne kadar zaman bulara* Ahiliğe öncülük etmiş diyebiliriz kı; sadece nicelik ve sonuçtan soz edelim daha önceki. 1965-ien. 1988*c dek süren. Kuliur Bakanlığı ve Yönetmeliği desteği olmayan: gönüllü. 23 yıllık dönemde, yaklaşık 15 ilde yapılan kutl*^ nuüan; 1988’dcn, 2008'e dek. tam yirmi yıllık dönemde ancak 1 1 ıJ artlırarak. 26*ya çıkarabilmiş, gelişim için Kültür Bakanhğı’na bir öneri de getirmemiştir. Buna karşılık. Sanayi ve Ticaret Bakanhğı ise; daha bu işe soyunurken; kendiliğinden ya da iktidar panisı görüşü ile çıluvdığı Yönetmelik*tc; bu sayıyı, ‘Tltaı iUer“ düzeyine çıkanvermıştir!.
Esnaf Teşkilâtının Ahilik yolunda nerede olduğunu ise; bu kitapta da özetle aktardığımız. Prof. Dr. Sabn Ülgener kendi görüştmcc bir ölçüde anlatmıştır. Prof. Ülgcner’ın bu konudaki eleşiınlcnndcn Esnaf Teşkilâtı hiç haberdar olmamış mıdır? herhalde; çünkü bu eleşiınler ıçaı oltımlu ya da olumsuz hiçbir şey söylenmemiştir!..
Önsöz'ün ilginç bir düzey itirafı olan anıklaman ne; lon paragrafla yer alıyor ve şu cümle ile başlıyor. “Bu alanda yapılan araştırmaların daha başlangıç düzeyinde olduğu, çoğunlukla da
en alınmış, büıün Ahi sözcükleri: Akı; Ahilik sözcükleri: Akılık; Ahi Ev-n'in adı da: “Ala Evren”, hattâ yüzyıllar önce yazılmış olan “Kerâmat-ı Ahi ren’de. “Kerâmât-i Akı Evren”; “Ahi Evren Vakfiyesi”: “Akı Evren Vak-yesı” ve daha neler neler yapılmış! Mikâil Bey’in haberi bile yok; ve imzası •yayınlanmış!.. Fotokopisini çektirdim, Mikâil Bey’e gönderdim. Haklı ola-k çok kızdı. “Dava açacağım” dedi. Akıldane’yi tanıyorum, acıdım, hakkım imadığı halde; dava açmayın lütfen, uyarın, yanlışlığı ilân edin, gibi sözler mm. Bir süre sonra, dava açtığını söyledi. Bu sırada, akıldanenin bildiğim-cn de güç durumda olduğunu öğrendim. Mikâil Beyi arayarak yine yalvar-ım, yumuşattım. Ama daha sonra, ilgilinin kolay akıllanmayacağını gördüm, lu kez, araya girip yumuşatma çabamdan da vazgeçtim.
Bir başka örnek de şu mu acaba: Geçen yıl “İlin ve Yılın Ahisi” seçimine ıtşlandı. Bir ilde birisi “tlin Ahisi” seçilmiş. Şimdi onun başkanlığında bir Çhilik Derneği kurulmuş! Kimdir, yeteneği nedir, böyle bir yola önderlik ede-»lır mı. yeteneği yoksa, artık o yoldan ne hayır gelir? Allah encamımızı hay-tylcyc, inşallah bu konudaki üzüntüm boşunadır.
Bu kitapta. Harputlu Nakkaş Üyas Oğlu Ahmet'in “Tuhfat-al-Vasayasa”sı ile Çobanoğlu Burgazî'nin, daha 13. yüzyılda. Ahilerdeki bozulmalardan acı m yakınmalanna da. Prof. Dr. Sabri Ülgener’in eleştirilerine de yer veriyo-nız.Bunlann ilk ikisi, 13. yüzyıldaki durumu. Prof. Dr. Ülgener ise, çok öğün-dügümüz yüzyıllardaki durumumuzu anlatıyor. Eleştirilerin hiçbirine; doğru değil, diyemiyoruz.
Hz. İsa, “Silâhsız”, Hz. Muhammet, “Silâhh Peygamber” idiler. Birincisi çarmıha gerilerek başardı; İkincisi devlet kurarak. Ama Hz. Muhammet’in; İslâmiyet, garip bir din olarak geldi, garip bir din olarak gidecektir” dediğini, Ahi Evren'den de öğreniyoruz.
İşimiz zor. karamsar olmamak elde değil. Ünlü Filozof Pisagor'un, kötülüğün karşısındaki acı sonunu ve Ahi Evren’in son yıllarını karamsar olarak geçirdiğini dc biliyoruz. Ama bilincimizle görevliyiz; yılmaya, vazgeçmeye hakkımız yok. Şairin dediği gibi, “Hak bellediğimiz yolda yalnız da olsak yü-lüyeccğiz’’. Bu Yol’un, Ahiliğin, gerçek yolcularına, tüm kardeşlerimize başarılır diliyor ve şimdi de konunun başka bir yönüne geçiyoruz.replika saat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder