Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika saat ve ahil tarihi bilgi

replika saat ve ahil tarihi bilgi

 Ahiliği, ^^Sokrat ve Eflâtun’dan Günümüze Ahilik” adlı kitabımızda tanıHi lamıştık. Oradaki tanıma değil, fakat bu konudaki açıklamamıza oldukç önemli kısa bir ekleme yapmak istiyoruz. Fransız filozofu Henri Bergsa (1859-194D'un “Hayat Adlımı”dediği şey de, Ahilik’tir. Bergson idealisti» filozof olarak bilinmekle birlikte, bu kavramı, ilginçtir ki, 70’li yılların sonlt nnda, bugün iç ve dış nedenlerle yerinde yeller esen SSCB görevlisi bir bölüm Türk Marksistleri de benimseyerek, “Adlım” adlı bir yaym organı çıkarmış-lardır.
 replika saat

()ic yandan, insan ve insanlık olarak, maddî ve manevî bakımdan, sağlıklı olmak gerekir. Ahilik, yol olarak, manevî sağlığı gö/.eiır. Ama Ahiliğin filozof önderleri, ö/ellikle ilk ve Orta Çağ’da, maddî sağlığa da önem veren, onu sağlayan, birer hekimdirler.
i. Ö. 570-487 yıllarında yalayan Pisagor, öğrencisi, İslâm’da, Lokman Hekim olarak bilinen Alkmeon, İ.Ö. 460-377 yıllannda yaşayan. Ahiliğin bir örneği olan, ^'mesleksel andı” ile de ünlü, Hipokrat hekimdirler. İ. Ö. 427-347 yıllarında yaşayan ve o zaman Ahiliğin bilmen ilk büyük Fütüvvetnamesıni ya/dığını belinmiş olduğumuz büyük filozof Eflâtun, hekim olarak bilinmez ama, “Timaios” adlı ünlü eserinin büyük bir bölümü Tıp üzerine çok önemli bilgilerle yüklüdür.
i. S. 131-201 yıllarında yaşayan büyük hekim ve bilge Galenos, İslâm tarihinde i. S. 841-926 yıllarında yaşayan Ebu Bekir Zekeriya Razi, yine İ.S. 928-1077 yıllarında yaşayan, içinde bir Fütüvvetname bulunan Kabusna-me'nin yazan Emîr Unsurü’l-Maalî (Keykavus), AvrupalIların, Hipokrat ve Galenos’tan üstün olduğunu kabul ettikleri, 980-1037 yıllarında yaşayan büyük Türk Filozof ve Hekimi İbn Sina ile 1171-1261 yıllarında yaşayan. Ahiliğin ünlü Pîri, hekim ve debbağ, büyük düşünür Ahi Evren'i bu konuda birkaç örnek olarak veriyoruz.
Felsefeler, başlıca, varlığın kavranışına, bir felsefe disiplini olan, bilgi teorisine göre, özellik kazanırlar. Bilgi teorisinde, bilen Süje ile bilinen Obje’nin ilişkileri esas alınır. Bu da, kısaca, S-O formülü ile gösterilir. S-O formülü ya da ilişkisi nasıl kurulur? Yukarıda da değindiğimiz gibi, insanlar karşılaştıkla-n şeyleri anlayabilmek için, onları anlayışlarına uydururlar. Bunun için de, özellikle büyük şeyleri, zorunlu olarak, küçültürler.replika saat
İnsanlığın en büyük gerçeklerinden olan Ahilik, dün de, bugün de, sürekli olarak, insanlar tarafından, 13. Yüzyıl Fütüvvetname yazan Burgazî’nin de belirttiği gibi, bu küçültmeye, indirgenmeye ve dolayısıyla da çarpıtmaya uğramıştır ve uğramaktadır.
Okullarda, özellikle üniversite öğretiminde Felsefe, sistematik ve tarihçi olarak başlıca iki bcilümde ele alınır. Ahilik de, öncelikle bir Felsefe, Ahlâl Felsefesi olduğuna göre, biz de onu, aynı şekilde bu iki bölümü ile ele alaca ğız.
Ahiliği felsefecilerden, bizim dışımızda, bildiğimize göre sadece, Ow Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken ve Prof. Dr. Mübahat Türker KUyel ve sosyoloj lardan da. Prof. Dr. Cahit Tanyol ile Prof. Dr.
imam, sen fic dersin? diyor. Şakıyk, Tanrı bir şey verirse, şükrederim, vermezse sabrederim, deyince, İmam, Medine’deki köpekler de böyledir, diyor. Şa-kıyk, ey Tanrı elçisinin kı/ının oğlu, sence fülüvvet nedir? diye tekrar sorunca İmam diyor ki: ‘Bize Tann verirse kullarına ihsan ederiz, vermezse şükrederiz’.
Hicri 309 yılı Zilkadesinin 24 üncü Salı günü (26.111.922) Bağdat’ta öldürülen Abul-Gıyas Mugıys-al-dîn Huseyn-ibn-al Mansûr-al-HallÂc al-Bcyzavî’nin de ‘Fülüvvet. bu sıfata sahip olan kışının bütün dileğini ulu Tann’ya hasretmesi ve Tanrı ile Tanrı için Tann’ya yönelmesidir’ dediğini ve bu suretle fü-tüvveti ve fülüvvet ehlini ihmâl etmediğini biliyoruz (..).
Bu büyük sûfTlerin tariflerine göre, fülüvvet, ‘kendini değil, Muhammed gibi halkı düşünmek, halkın derdiyle dertlenmek, nefsi için istediğini fazlasıyla başkaları için de istemek, kusur ve ayıpları örtmek, nefse düşman olmak, yoksuldan nefret duymamak, zengine halini arzetmemek, eline geçenle elinden çıkanı bir görmek, kimseye düşman olmamak, kimseden mürüvvet ve insaf beklememek, fakat herkese karşı mürüvvet ve insaf sahibi olmak, iki alemden de geçmektir.’
Bu tarifler arasında Cüneyd (-i Bağdadî)’in ‘fUtüvvet Şam’da, fesâhat Irak’ta, doğruluk Horasan’dadır’ sözü, hicri üçüncü asırda, fülüvvet ehlinin Şam’da temerküz etliğini göstermektedir (..). Kuşeyıî bazılarının, ‘Fetâ, yanında velî yahut kâfirin yemek yediğini fark etmeyen kimsedir’ dediğini rivayet eder ve bazı alimlere atfen şu hikâyeyi nakleyler: ‘Bir gün, İbrahim Peygamber’e bir Mecûsî konuk geldi. İbrahim, Müslüman olursan seni konuklarını dedi. Konuk, bu söze gücenerek gitti. Tanrıdan, İbrahim’e, ‘elli yıldır kâfir olduğu halde ben onun rızkını veriyorum da sen, bir gececik onu konuklamadın, diye vahiy geldi. İbrahim perişan bir halde hemen konuğun peşine düştü. Koşa koşa gidip ona yetişti, özürler diledi. Mecûsî, bu özür dileyişin sebebini anlayınca Müslüman oldu.
440 h. de ölen (1048) büyük sûfî Abu-Said Abu-1 Hayr, fülüvvet hakkında ‘Peygamber, sana yapılmasını ve eline geçmesini dilediğin şeyi kardeşine de dilemelisin demiştir. Fütüvvetin hakikati, ne halde ve ne keyfiyette olursa olsun, halkı hoş görmek, mazur saymaktır. Tahammüle kuvveti olmayan, fütüv-vet ehliyle sohbet ederse rezil olur gider’ demiştir (..).
Bir gün bir dilenci gelmiş, bir şey istemişti. Peygamber, buna bir şey verin dedi. Ali kalktı, gitti. Bir dinar, beş dirhem ve bir kap yemek getirdi. Peygamber sorunca dedi ki: O istediği zaman içimden bir parça yemek vermeyi geçirdim. Derken hatırıma beş dirhem vermek geldi. Giderken bir dinarım var, onu da vereyim dedim: Hatınma geleni ve içimden geçeni vermezlik edemezdim. İşte bunun üzerine Peygamber, Lâ Fetâ tllâ Aliyy; Ali’den başka er yok’ de-li”<«>.
Şıımı da belirtmeliyi/ ki; yabamın Çalınma yükü; çok büyük ağırlığı ile Kadın'm ü/erindedır. Ahi Evrcn’in de, c^ı Fatma Bacı’ya, Bacıyan-ı Rûm’u kurdurmuş olması, kadınların zaten Çalışma görevim üstlenmiş olmalarındandır. Bu yük, dünyanın birçok yerinde ve özellikle yurdumuzun pek çok ycrle-nıulc, bugün de hemen tum ağırlığı ile kadınların üzenndedir.
Bir örnek olarak, 1965 yılında bizim de kendi gözlerimizle, Karadeniz sahillerinde, erkekler kahvelerde otururlarken, kadınların sırtlarında küfe ile deniz kenarından kum taşıdığım gördüğümüzü anmak isteriz. Bu illerde, bu gib uygulamalara kesin olarak son vermedikçe ve uzun zamanlardan beri çalışma yükünü hemen yalnız başına kadınlara taşıtmış olmalarından dolayı elkıl olarak özür dilemedikçe, herhalde kimse içtenlikle ve inandırıcı biçimde Ahilik’ten söz edemez ve Ahilik kutlaması yapamaz, bu kutlamalara katılma ya hak kazanamaz. Son günlerde, bu durumun değiştiğini işittim, çok sevin dim. Doğru olmasını dilerim.
c)AHİLtK VE FÜTÜVVET tUŞKİSİ:
‘^FÜTÜVVET: YtĞÎTLÎK'’; YOL’UN, ARAP KÖKENİNİN VE DÖNEMİNİN; ‘‘AHİLİK (KARDEŞLİKy\ ONUN TÜRK KÖKENİNİN VE DÖNEMİNİN ADIDIR.
Ahilik araştırmacıları bu ilişkiyi açıklamamış, hattâ genellikle, onu ciddî bir biçimde çözümlemeye girişmemişlerdir. Bize göre, bu konuda en iyi, en doyurucu açıklamayı, yine Üstad Abdülbald Gölpmarb yapmıştır. Fakat Gölpmarlı da, gördüğümüze göre, bu doyurucu bulduğumuz açıklamasını, doğrudan Ahilik konusundaki daha eski değerli araştırmalarında değil, Mcsncvî’nin 1981 yılında 2. basımı yapılan birinci cildindeki şerh’inde yapmıştır.
Bilindiği gibi Üstad Gölpmarlı, Ahilik konusundaki en geniş araştırması olan, “İslâm vc Türk tUerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynaklan** başlıklı, orijinal metinler ve çeviriler ile birlikte, neredeyse bir kitap hacmini aşan makalesini; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası’nın 1949-50 basımlı, XI. cildinde yayınlamıştır.
Burada ele aldığımız konu, derginin, 6. sayfasında, “Fütüvvet hakkında umumî bilgiler” başlıklı 1. bölümün en başında, “1. Mürüvvet, fütüvvet ve ahi fâh/r/en.”başlığı altında açıklanmakta ve şöyle denmektedir:
“Fütüvvet ehlinin şeyhlerine ‘ahi* da dendiğini kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bu kelimenin, Türkçe ‘akı* kelimesinden geldiği söylenebilir (Mahmud-ı Kâşgaıî; Divânu Lûgaat-al-Türk, İstanbul Matbaa-i Amire basımı, c. I, s. 48). Türkçede ‘k’ harfinin ‘h’ gibi telâffuz edildiği malûmdur. Halâ Anadolu’da okumak, bakmak, ‘ohumah, bahmah* tarzında söylenir. Bundan dolayı
A. Gölpmarlı, sayfalarını belirttiğimi/ yerde, açıklamasına devam ediyor. Fakat biz, sorunun anlamını karşılayan, bu verilen bilgiyi yeterli görüyoruz. Şöyle kı. daha önceki ve başka yerlerdeki değil de; özellikle İslâm ülkelenn-de ve o çağlarda, Yol’un ve örgütün adı, ‘‘Pütüwet”tır. Yol, yukarıdan beri belirttiğimiz gibi, başta felsefecil olmakla birlikte, dinsel, ahlâksal, toplumsal, vb. yönlere ve kuşkusuz ekonomik bir yöne de sahiptir.
Bu yönler içinde. Toplumsallık ve özellikle ‘‘Kardeşlik”, kitabımızın ileri-ki bölümlerinde başlı başına ele alıp anlatacağımız gibi, insanlığın, geniş bir Aile olarak yaşadığı, en eski çağlarının mirasıdır ve son derece önemlidir. Özellikle Türklerin yaşadığı Horasan ve Anadolu’da çok doğal ve yoğun olarak yaşanmaya devam etmektedir.
P^tüvvet: Yiğitlik; anlattığımız şekilde insanlığın, çok öncelerden beri içine işlemiş olan, çok önem ve değer verdiği, son derece saygın bir özellik, bir Yol, En Üstün Ahlfik Yolu’dur. Çünkü sık sık belirttiğimiz gibi, Eflâtun'un açıkladığı ve daha sonra Hz. Muhammet’in de ‘‘Büyük Cihad” dediği üzere; Yiğitlik; her şeyden önce, ‘‘Kendini: Nefsini yenmek”tir. Fütüvvet ehli, bir yandan da, insanlığın çocukluğundan beri içine işlemiş olan unutulmaz anılarla birbirlerini gerçek kardeşler gibi görüyor, GölpınarITnın belirttiği üzere, birbirlerine, “Kardeşim” anlamında, “Ahi” diyorlardı.
Şu farkla ki: Eflâtun’da ve İslâm’da; bir değil, çok anlamlı olan kavramın; “Yiğitlik: Fütüvvet” yanına; Horasan’da ve Anadolu’da, kısaca, başlıca Türk-lerde ise; “Kardeşlik: Ahilik” yanma ağırlık veriliyordu. Yukarıda değindiğimiz gibi, çalışmamızın ileriki bölümlerinde belirteceğimiz üzere; kardeş sözcüğünün farsça karşılığı “Birader” olduğu gibi, pek çok Hint-Avrupa dillerinde de aynı anlamda olmak üzere “Fratri”, “Brother” ve benzeri sözcüklerdir. Böylece, “Fütüvvet: Yiğitlik’* sözcüğünün; kavramın Düşünsel: Felsefecil ve Ahlâkçıl (Felsefeye göre; Thesei: İnsanlarca konmuş); “Ahilik: Kardeşlik” sözcüğünün ise; onun Doğal ve Yaşamsal (yine Felsefeye göre; Physei: Doğaca verilmiş) karşılığı olduğu herhalde anlaşılmış bulunmaktadır.
d)AHÎLtK; TARİKAT MI, DEĞİL Mİ?..
Gölpmarlı açıklamalarına; ''Nîm-Tunyk'ı Sâhih-Tanyk yapma erkânı da şu” diyerek devam ediyor. Burada tümüyle, ‘Tarikatlar üzerine içıklamalar” yapıldığı görülmektedir. Bunun, özellikle Cumhuriyet dönemi Ahilik kutlamalarında, hem de “bilimsel” toplantılarda, yıllardır, “Ahiliğin bir arikat olmadığı” iddialarını dinleye dinleye, anlatılanlann gerçek olduğunu
tanatlan sona erdikten, İran’da hüküm süren ba^a boyların, artık Anadolu’dan ümit kesmelerinden sonra bile Alevî ve Bektaşilerin, Şiîlik yüzünden İran’la mânevî bağlan kopmamışb.”
Bundan sonra, eldeki Fülüvvetnameyi ve yazannı çeşitli yönlerden incelemesini sürdürüyor, Fütüvvetname metni ile orijinal metinden de birkaç sayfayı veriyor ve tam 1(X) sayfalık bu uzun makale de böylece sona eriyor
Bize göre ise, konu basit ve açıktır. Şöyle ki, ‘Tarik”, yol demektir. Yukarıdan ben yaptığımız açıklamalar, gerek mantık, gerekse tarihsel gerçekler bakımından; Ahiliğin, başta esnaflann yolu olduğunu apaçık göstermiştir. Bu durumda. Ahiliğin bir Tarîk; sözcüğün yaygınlaşmış biçimi ile ‘Tarikat” olduğu açıktır ve böyle bir tartışma da yersizdir.
e)AHİLER; İNANÇTA SÜNNÎMİDtR, ALEVÎ I4t?..
hilik, daha doğrusu, İslâm tarihindeki geniş kapsamlı adıyla Fütüvvet (Yiğitlik); bilindiği üzere, Hz. Ali’ye bağlı bir Tarik: bir Yol’dur. Islâm’da bütün Tarik’ler, Tarikatlar (Yollar); Sünnî ise, Hz. Ebubcldr’e; Alevî ise Hz. Ali’ye bağlanır. İslâm tarihinde kesinliği açık ve seçik olarak bilinen bu aynma göre; Ahiliğin, Alevî bir yol olduğu tartışılamaz. Ancak, tarihin ve özellikle İslâm tarihinin, her adımında ve konusunda olduğu gibi. Ahilik alanında da; hem de çok kısa zamanda, farklılığa, belirsizliğe ve tartışmaya yol açılmıştır.
İslâm tarihinde bu farklılık; ilkin, açık olarak, İslâm dininin ortaya çıktığı Ku-reyş kabilesi içindeki Haşimoğullan ve Ümeyye oğullan aynmından doğmuştur. Sonra. Emevî hanedam’nın kurucusu, Ümeyye oğullanndan Muaviye’nin; Haşim oğullanndan Hz. Ali’nin Halifeliğini kabul etmemesi, kendini halife ilân etmesi ve Emevî saltanatını kurarak. Halifeliği de saltanata çevirmesi ile açıkça siyasal bir niteliğe dönmüştür.
Emevîler, Hz. Ali karşıtı, hattâ düşmanı olduğuna göre; Şiî ya da Alevî olamazlardı. Onlar, görünüşte de olsa; şehadet getiren herkesi Müslüman sayan İslâmlığın Peygamberine, O’nun Sünnetine bağlılık iddia ettiler ve sünnete bağlı olan Sünnîler’den sayıldılar ve kendileri de Sünnîliği siyasetlerinin ideolojisi yaptılar.
Bilindiği gibi, Hz. Ali’nin soyundan gelen AbbasAa-, Emevî İmparatorlu-ğu’na son vererek, Abbasî Halifeliğini kurmuşlar, fakat bu halifelik de, hiç gecikmeksizin imparatorluğa, saltanata dönüşmüştür. Abbasîlik ise, daima içinde bir çelişkiyi barındırmıştır. Bu çelişki; Sünnîlik ve Alevîlik konusunda olmuştur. Abbasîler, Hz. Ali soyundan olmakla birlikte, onlar için Alevîlik iddiası; hiçbir zaman kesinlikle inandırıcı olmamıştır. Şöyle ki; hem, Emevîler.replika saat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder