Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika telefon,ndan islam bilgisi4

 replika telefon



replika telefon,ndan islam bilgisi4 bugün replika telefon sizler icin yazıyor evet arkadaslar
replika telefon sizlere emek vermek icin islam bilgilerini sizlerle paylasmak icin elinden gelen gayreti gösteriyor sizinde bildiginiz gibi replika telefon diyorki Allah birdir. Ona giden yol da birdir. Din, Allahı tanıtan yol olduğuna göre, dünyâda tek bir din olması gerekir. Hâlbuki, bugün dünyâ yüzünde birbirinden farklı dinler ve inanışlar vardır. Fekat dikkatle incelenecek olursa, tek Allaha inanan üç büyük dînin, yehûdîlik, hıristiyanlık ve müslimânlığın aynı esâslar üzerine kurulduğu, birbirini temâmladığı meydâna çıkar. Aşağıda göreceğimiz gibi, bu üç din birbirine bağlı zincir halkaları gibidir ve git-dikçe dahâ düzelerek ve temizlenerek en son ve hakîkî şekli olan (Islâm) dînine dönüşmüşlerdir. Esâsen, bu kitâbın bir çok yerlerinde tekrarladığımız gibi, (Islâmiyyet), Allaha teslim olmak ma’nâsmı alır ve bu üç dîne verilen ortak ismdir.
Bu üç büyük dînin nasıl gelişdiğini aşağıda anlatmağa çalışa-cağı^. Bunların esâslarını, bunların gözünde insanın nasıl göründüğünü açıkhyacağız. Bu üç büyük dînin yanında, bir de Allah mefhûmu (kavramı) taşımıyan ve yalnız ahlâk kaidelerine bağlı olan inanışlar vardır. Bunlar, bizim konumuzun dışında kalmakla berâber, dünyâda büyük bir insan kitlesi tarafından din olarak kabul edilmiş bulunmakdadırlar. Onun için, asi konumuza girmeden evvel bunlar hakkında da, genel bilgi vermeği doğru bulduk, önce bu inanışları ele alacağız.
Bu inanışların başında Brahmanlık, Mecusîlik ve Budistlik gelmekdedir. Bu üç inanış, bundan kısa bir zemân evvel, bir buçuk milyar insanın inanışını teşkil ediyordu. Çünki Hintliler. Bur-malılar, Lagoslular, Japonlar, Çinliler, Malayalılar, Koreliler ve bunlara komşu olan birçok memleketler, bu inanışlara bağlı idiler. AvrupalIlar ve Amerikalılar arasında da, adetleri az olmakla berâber, budistlere rastlamak kâbildi. Fekat bugün, komünizm propagandası yüzünden ve özellikle genç Çinlilerin kendilerini hiç bir dine bağlı saymamalarından ötürü, bu inanışlara bağlı olan insanların adedi, en son milletler arası istatistiklere göre, 400 milyona düşmüşdür. Şimdi bu inanışları yakından inceliyelim ve batılı ansiklopedilerden fâidelenerek, bu inanışlarda insana nasıl bir yer verildiğini görelim:
Brahma dîni [Buna din yerine inanış demek dahâ doğrudur): Hazret-i îsânın doğumundan 700 yıl önce kurulduğu sanıl-makdadır. Bu inanışın başında olanlar, Brahman ismini Brahma, bu inanışın en kutsal varlığıdır. Brahma, ‘ kutsal söz demekdir. Dört oğlu olduğu söylcnmekde, güyâ dört oğlundan biri, bunun ağzından, diğer üçünün de, elinden ve ayağından meydâna geldiği sanılmakdadır. Bu dört oğlundan ötürü, brahmanlar insanları dört sınıfa ayırmakdadır:

1)Brahmanlar. Bunlar brahma inanışının kutsal râhibleridir.

Mukaddes (Veda) kitâbını okumak, açıklamak ve diğer brahma mensublarına yol göstermekle görevlidirler. Son derecede nüfûz-ludurlar. Sözlerine kimse karşı gelemez. Herkes onlardan çekinir.

2)Savaşçılar. Bu sınıfa hükümdârlar, racalar ve büyük devlet adamları girer. Bunlara (Kşatriya) adı verilir.

3)Tüccarlar ve çiftçiler. [Bunlara (Yayansa) adı verilir.]

4)Köylüler, işçiler, amele ve benzeri.

Bu dört sınıfdan çıkarılanlara ise (parya) adı verilir ki, bu ze-vallıların insan gibi yaşamak hakkı yokdur. Hayvan mu’âmelesi görürler. Sınıflara giren insanlarla bütün ilişkileri kesilir. Brahma inanışında, putlar vardır. Bu putların cinsi, ma’nâsı, yenecek ve yenmeyecek şeyler, suçlar ve bunlara verilecek cezâlar, (Manava Dharina Şastra) ismindeki mukaddes kitâblarında yazılıdır. [Ma’nâsı: Manunun din kitâbı]. Brahmanlar, birçok tanrıya inanırlar. En büyük tanrıları kötülüğü yoketmek için insan kılığına girmiş olan (Krişna) ile ikinci büyük tanrı (Vişnu) dur. Vışnu, çok mühimdir. Bu kelimenin ma’nâsı, (İnsanın içine işleyen) demekdir. Vişnu, koyu mavi renkli vücûd ve dört elli olarak gösterilir. Yâ, (Garuta) adındaki kartalına binmiş, yâhud bir Lotos çiçeği veyâ bir yılan üzerine oturmuşdur. Brahma inanışına göre, Vişnu şimdiye kadar dünyâya 9 def’a muhtelif şeklde [insan, hayvan veyâ çiçek olarak] gelmişdir. Şimdi onun onuncu gelişi beklen-mekdedir.
Brahma dîninde öldürmek ancak savaşda câizdir. Normal ha-vâtda hiçbir canlı varlık, insan veyâ hayvan, öldürülmez. İnsan mukaddes bir varlık sayılır. (Tenasüh) a inanırlar. Ya nı insanın öldükden sonra tekrâr başka bir şeklde dünyâya geleceğine 1ar. Vişnunun da dünyâya bir hayvan şeklinde gelebileceği h^aba katıldığından hayvan öldürmek kesinlikle men’ edılmışdır. Onun için, müteassıb brahmanlar, kat’iyyen et yemezler.
hıme kadar geçen zeman içinde de, birçok Peygamberler celmisse e, bunların büyük kitâbları yokdu. Bunlara cenâb-ı Hak küçük risaleler göndermişdi. Onun için, ilk büyük din olarak hazret-i İbra ım ile başlıyan semâvî dinleri kabûl etmeğe mecbûruz. Târîhci-lere göre hazret-i İbrâhim mîlâddan 2122 sene evvel Fırat ile Dicle kasabada doğmuş ve mukaddes kitâblarm bildirdiklerine göre de, 127 (veya 175) sene yaşadıkdan sonra. Ku-dus civarında (Halîlürrahman) kasabasında vefât etmişdir Bir ze-manlar, hazrct-ı Ibrâhimin de kutsal bir varlık olduğu ve yaşama-dığı zan edılmışdı. Marston adlı yazarın yayınladığı (La Bible a dit vraı - Mukaddes kitâb doğruyu söyliyor) adlı kitâbın anlatdığına göre, son zemanlarda, bu yerlerde, hazret-i Ibrâhime aid pek çok eşya ka ıntıları bulunmuş ve onun söylenen zemânlarda yaşadığı kesinlikle meydana çıkmışdır. Üvey babası (Âzer) ve kendisi çocuk İken ölmüş olan hakîkî babası (Târuh) dur. Âzer, put yapan bir sanatçı ıdı. Hazret-i İbrâhim gelişdikçe, putların ma’nâsızlığını anlamış, üvey babasının yapdığı putları parçalamış ve bulundukları memleketin, ya’nî Bâbilin hükümdârı olan Nemrud ile dînî hususlarda tartışmağa başlamışdır.
Fekat, annesinin yalvarması üzerine, onu bir çobana teslim etmiş, çoban da, onun çirkin yüzüne bakmağa dayanamadığmdan, onu dağ başında bırakmış, dağda Nemrud isminde bir dışı kaplan, çocuğu emzirerek, onun ölmesini önlemişdır. İşte Nemrud adı, bu kaplandan gelmekdedir. Babası öldükden sonra, hükümdarlığa geçen Nemrud, kendisini ilâh sanıyor ve bütün halkın ona tapına-smı istiyordu. Hazret-i İbrâhim, bu yüzü gülmez, aksı adama, Allahın tek ve büyük bir varlık olduğunu, kendisinin ise görulegelen bir insandan başka bir şey olmadığını söyleyince, son de.ecede kızan Nemrud, yanmdakilerin de kışkırtmasıyle hazret-ı Ibrahım. canlı canlı ateşe atmağa karar verdi. Kurân-ı Kermı bu hmus.ı söyle naki eder: (Bakara sûresi 258): (Allahın kendisine hukum-rânlık verdiğinden ötürü, İbrâhim ile, Rab hakkında tartışanı gördün mü? İbrâhim, “benim Rabbim diriltir ve öldürür denıışdn “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi. İbrâhim “Şübhesız Alla güneşi doğudan getiriyor, eğer sen Pahsan, onu batıdan getirsene!” deyince, inkâr eden şaşırıp kaldı. Allah zulm eden kimseleri doğru yola erişdirmez), (Assaffât sûresi, 97); (Put^perest-1er, İbrâhim için, bir yapı yapın ve onu oradan ateşe atın) dediler. (Fekat, bir yapı yapılıp oradan hazret-ı İbrâhim ateşe atıhnca, ateş-bir gül bağçesi hâline döndü), (Bir rivâyete göre, ateş ıçı balık dolu bir havuz haline girdi. Balıklar odunlardan geldi].

Kur’ân-ı kerîmde bu husûsda şöyle beyân buyurulmakdadır: (Bir şey yapacaksanız yapın da, tanrılarımıza yardım edin dediler). Biz (Ey ateş' Ibrâhime karşı serin ve zararsız ol dedik). (Enbiya suresi, 68-69) Kur’ân-ı kerîmde Nemrud ismi geçmez. Fekat, bu ısm Tevraida [İncilin “eski ahd” kısmında] vardır. Bugün, Urfada (Ayn-ı Zelîka) veyâ (Halîlürrahman) isminde 50 X 30 metre boyutunda bir havuz vardır ki, bunun hazret-i Ibrâhimin ateşe atıldığı yer olduğu, balıkların odunlardan meydana geldiği iddı’â olun.
Hazret-i İbrâhim iki defa evlendi. Birinci zevcesi Sare (Sara) 70 vasına geldiği hâlde çocuk sâhibi olmamışdı. Bunun üzerine, Kim “lîâyhlLelâm” Hâcer isminde bir câriyeyı (başka bn r,-vâyete göre, kibâr bir zâtın kızını] ikinci zevce olarak aldı. Bundan Ismâ’îl ismindeki çocuğu oldu. Bundan üzülen cena -ı Hakdan kendisine de bir çocuk vermesini yalvardı. Allahü teala. ona da bir çocuk ihsân etdi. Buna da, İshak ‘smı verildi. Isma . . Hicâzdaki Arablarm, İshak da, İbrânîlerm ceddi oldu. Ya m. Arablarla İbrânîler (yehûdîler), aynı babadan, fekat ayrı analardan gelme kardeşdirler. Onun için, hazret-ı Ibrâhimin. Arablarla akrabâhğı vardır ve Muhammed aleyhısselamın dedelerındendır.
Buda, kendisinin ancak bir insan olduğunu söyli-ve hîç bir -mân ilahhk iddi’â etmiyordu. Fekat öldukden sonra direncileri onu tanrılaşdırmışlar, onun adına tapınaklar kurmuşlar ve heykellerini yaparak, ona tapmağa başlamışlardır. Böy-lece Budizmi bir din şekline sokmuşlardır. Budıstlıkde, ya m bu-dTzr^de tan^ı yokdur Buda, bir neV tanrı yerine konulmakdadır.heykeline tapmıyanlan arkasına alarak, cenâb-ı Hakkın kendilerine va’d etdiği, adanmış ülkeyi [Arz-ı mev’ûdu] bulmak için, çöllere girdi. Tâm 40 yıl çöllerde kaldı ve bu ülkeyi bulamadı. Çölde cenâb-ı Hak, onları kudret helvası (Mana) ve bıldırcın ile besledi. Hazret-i Mûsâ, adanmış ülkeyi görebilen Nebo tepesine kadar gelebildi ve orada 130 yaşında vefât etdi. Kardeşi Hârûn ise, ondan 3 sene evvel ölmüş bulunuyördu. Adanmış ülkeye girmek ve orada bir şehr kurmak, kendisinden sonra gelen Yûşa’ peygambere nasîb oldu.
Büyük İslâm târîhçisi ve hukukçusu Ahmed Cevdet paşa, (Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında özetle diyor ki: Hazret-i İbrâhîmin oğlu, hazret-i İshakın oğlu, hazret-i Ya’kûb idi. Bunun asi ismi (İsrail) idi. Bunun soyundan olanlara, (Benî İsrâil) denildi ki, (Isrâil oğulları) demekdir. Hazret-i Ya’kûbun oniki oğlundan, hazret-i Yûsüf de peygamber idi. Hazret-i Yûsüfden sonra. Benî îsrâil Mısrda üredi. Ya’kûb ve Yûsüf aleyhimesselâmın şerî’atlerine uyarak yaşadılar. Mısrın eski ehâlîsi olan (Kıbt) kavmi ise, yıldızlara .e putlara, ya’nî heykellere taparlardı. Benî îsrâile köle gözü ile bakarlardı. Benî îsrâil, Fir’avnlann işkencelerinden kurtulup, dedelerinin yurdu olan (Ken’ân) diyarına gitmek isterlerdi. îmran oğlu Mûsâyı annesi sandığa koyup Nil nehrine atdı. Fir’avnın zevcesi (Âsiye), bunu alıp oğul edindi. Mûsâ kaza ile bir kıbtiyi öldürünce, Mısrdan kaçıp, (Medyen) şehrine geldi. Burada on sene kaldı. Şu’ayb aleyhisselâmın kızı ile Mısra döndü. Yolda (Tûr) dağına uğradı. Burada Allahü teâlâ ile konuşmak ile şereflendi. Fir’avnı dîne da’vet etmesi emr olundu. îmân etmedi. Mûsâ aley-hisselâm Benî îsrâili toplayıp Mısr’dan çıkdılar. Süveyş denizinden geçerek (Erîhâ) beldesine geldiler. Benî-Îsrâil şehre giremeyiz dediler. Bunlara bed düâ etdi. Kırk sene (Tîh) sahrâsında kaldılar. Kendinden üç yaş büyük olan kardeşi Hârûnu bunlarla bırakıp (Tûr-i Sînâ) ya gitdi. Allahü teâlâ ile yine konuşdu. Kendisine (Tevrat) kitâbı verildi. Kavmi tevbe edip Lût gölünün cenûbuna geldiler. Şerî’a nehrinin şark tarafına yerleşdiler. Yûşa’ aleyhisse-lâmı yerine vekîl bırakıp vefât etdi.

(Mirât-ı Kâinât) da diyor ki, (Benî Îsrâil) Tîh sahrâsında iken, Mûsâ “aleyhisselâm” üç kerre Tûr dağına gitdi. Birinci gidişinde, kendisine 10 (Levh) ile (Evâmir-i aşere) verildi. İkincisinde, Benî îsrâilin günâhlarının afvı için yalvarmağa gitdi. Üçüncü gidişinde (Tevrâl-i şerîf) nâzil oldu. Kırk cüz idi. Her cüzde bin sûre, her sûrede bin âyet vardı. Şimdi, elde bulunan Tevrâtlarda bu kadar âyet yok. Çünki, Tevrâtın ve Incîlin sonradan bozulduklarını Kur’ân-ı kerîm haber vermekdedir.


Öldürtmek için, arkalarmdan bir o?dl e kovaladı, tbranıler, Kızıldenize varınca, deniz çekilip onlara yol verdi. Fekat, arkadaki Fir’avn ordusu, oraya varınca deniz denizde boğuldular.
İnanış: Bir tek Allah vardır. Kendiliğinden vardır. Doğma-mışdır ve Lğurmaz. Her şeyi görür ve bilir. Afv etmek veya cezalandırmak, ancak onun elindedir.
Ahlâk: Ahlâk esâsları on kutsal emrdir. insanların bu on em-re harfi harfine uyması gerekir. İnsanın vücûdü ayrı, rûhu ayrıdır. Rûh ölmez. İkinci dünyâdaki hayâta inanmak gerekir.
Din esâsları: Yehûdî olmıyan milletler, putperest (puta tapan) sayılır. Bunlardan uzak durmalıdır. Yabancılarla mümkm olduğu kadar, ilişkiyi kesmelidir. Kanlı veyâ kansız kurban kesilmelidir [Yehûdner, her hayvanı, hattâ güvercini, fekat ençok koyun, kw ve sığırı kurban ederlerdi. Zemânla tuzsuz ekmekden yapılan çiŞ-reklerle hamursuz adı verilen pideler de kurban yerme geçdı. Bunları dağıtmak da. kansız kurban kesmek kısas yapılır.

Hahamların, hıristiyan papazları gibi, leri yokdur. Ancak, ibâdetleri idare ederler. Allah huzûrunda, bü tün insanlar birdir ve aralarında hiç bir fark yokdur.
Urya muhârebede ölünce, kız Dâ-vüd aleyhisselâm ile evlendi. Sözleşmesi yapılmış olan kıza tâlib olmasına, Allahü teâlâ râzı olmadı. Dâvüd aleyhisselâm, hatâ et-diğini anlayınca, tevbe etdi ve afv olundu.)]. Kur’ân-ı kerîmde bu husûsda açık bir bilgi yokdur. Aksine hazret-i Dâvüdün dâimâ Al-lahdan çok korkduğu, kendisine ilm ve hakkı bâtıldan tefrîk eden kuvvet verildiği bildirilmişdir. Sâd sûresinde (âyet 24) de, bir koyun da’vâsında, haksızlık yapmaması için, secdeye kapandığı ve Allahdan afv dilediği, çok düâ etdiği yazılıdır. Bu Uria olayının, Tevrâta ve Incîle sonradan ilâve edildiği ve bir uydurma olduğu husûsunda bütün İslâm âlimleri birleşikdir.

Hazret-i Dâvüdün oğlu hazret-i Süleymân [hükümdârlık ze-mânı, tahmînen, m.ö. 965-926] babasının yerine Isrâil Oğullarının hükümdârı oldu. 40 yıl kadar hükümdârlık yapdı. Hazret-i Süleyman devri» Isrâillilerin en parlak devridir. Hazret-i Süleyman ze-mânına kadar Isrâil hükümdârları serây nedir bilmez, ufacık evlerde otururlardı. Yukarıda ismi geçen Tâlûtun evi, en âdî bir köylü evinden farksızdı. Hazret-i Süleyman, ilk olarak tsrâilde bir serây yapdı. Birçok binâlar, serâylar, bağçeler, havuzlar, kurban kesme yerleri, ibâdet yerleri yapdırdı. Kudüste yapdırdığı en ihtişamlı ma’bed, (Mescid-i Aksâ = Beyt-i Mukaddes = Kutsal ev) adını taşıyordu. Bu binâyı Finikeli mi’marlara yapdırmışdı. Bu mescidin yapımında çok kıymetli malzeme kullanılmışdı. Uzak-dan bakılınca, bir altın parçası gibi pırıl pırıl parlıyor, görenleri hayrân bırakıyordu. Yapılması 7 sene sürmüşdü. Ne yazık ki, bu güzel mescid, Âsûrî hükümdârlarından ikinci Buhtunnasar Kudü-sü zapt etdiği zeman, onun tarafından yakdırıldı. Keyhusrev ta’mîr etdi ise de, 70 senesinde Romalılar yakdı. Arta kalan temel dıvarları, bugün yehûdîler tarafından (Ağlama divan) adıyla anıl-makda ve yehûdîler, bu dıvar önünde düâ etmekdedirler. Binânm arsası, Kudüs müslimânların eline geçince, yeni bir İslâm ma’bedi yapmak için kullanıldı. Altıncı Emevî halîfesi olan El-Velîd [46-96 [m. 715]] buraya, yine (Me$cid-i Aksâ) denilen câmi’i yapdırdı.

Hazret-i Süleymân zemânmda Kudüs dünyânın en zengin, en güzel şehri olmuşdu. Hazret-i Süleymânın yapdırdığı serâylar, bu serâyların içindeki dâireler, burada bulunan kıymetli eşyâlar hakkında bir çok hikâye ve efsâneler vardır. Denebilir ki, dünyâda şimdiye kadar hiç bir hükümdâr, hazret-i Süleymân gibi muhteşem ve masallara benzeyen lâyık bir hayât sürmemişdir. Hazret-i Süleymânın müteaddid zevceleri ve câriyeleri vardı.

güne artmış ve serayım yeni ve kıymetli güzel eşyâlarla süslemiş, bir çok kıymetli atlar, kuşlar ve şâir hayvanlar beslemişdir. Seray-da günde 30 sığır, 100 koyun, düzinelerle geyik ve ceylan kesilirdi. Hazret-i Süleyman dâimâ barış arzu etmiş, komşularıyla iyi geçinmeğe ve dostluk kurmaya çalışmışdır. Komşusu Mısr firavnunun kızı ile evlenmiş, ayrıca Saba Melikesi Belkisi de hak dînine çağırmış ve onunla dostluk kurmuş, İslâm târîhçilerinin rivâyetine göre, onunla da evlenmişdir. Delkisin hazret-i Süleymândan da’vet aldığı, Kur’ân-ı kerîmin Nemi Sûresinin 29-32 âyetlerinde zikr olunmakdadır.

Hazret-i Süleymân da, bütün Peygamberler gibi, son derecede âdil bir hükümdârdı. (Süleymân adâleti), hazret-i ömerin adâ-leti gibi, bütün dünyâda adâlet misâli olarak kabûl edilmişdir. Bu husûsda yazılmış pek çok yazılar, anlatılan hikâyeler vardır. Hazret-i Süleymân, diğer inanışlara karşı da müsâmahalı davranmış, fanatik yehûdîlerin protestosuna rağmen, başka din tapınaklarını da onartmış, hattâ onlara yeni tapınaklar yapdırmışdır. Bu yüzden dünyânın her tarafında büyük bir saygı ve sevgi kazanmış, âdetâ cihâna nümûne olmuşdur. Babası hazret-i Dâvüdün şe-rî’atine devâm etmişdir.

Cenâb-ı Hakkın Süleyman Peygambere yüksek bir makam ihsân buyurduğu, Kur’ân-ı kerîmde yazılıdır. Şöyle ki: (Sebe sûresi, âyet 12) (Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam bir aylık mesafeden gelen rüzgârı Süleymânın emri altına verdik. Onun için, su gibi erimiş, bakır akıtdık. Rabbinin izni ile, iş gören cinleri de. Onun emri altına verdik ve bunlârın içinde emrlerimiz-den çıkan olursa, ona alevli ateşin azâbını tatdırdık.) (Sad sûresi, 30-39) (Dâvüda, Süleymânı bahş etdik. O, güzel bir kul idi. Allahı çok tesbîh ederdi. Ona bir akşam üstü çalımlı cins koşu atları su-nulmuşdu. Süleymân: Ben bu iyi malları sevmekle Rabbimin zikrini bırakdım. Akşam oldu” demişdi. Çok üzüldü. ‘‘Artık yeter, onları bana geri verin!” diyerek, bacaklarını ve boyunlarını kesdi. (Etlerini fakirlere dağıtdı.] Sonra, eski hâline döndü. Rab-bim, beni bağışla. Bana benden sonra hiç kimsenin erişemiyeceği bir hükümrânlık ver. Sen, şübhesiz dâima ihsânda bulunansın! dedi. Biz de bunun üzerine istediği yere onun emri ile giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı olan diğerlerini, onun emrine verdik. İşte bizim ihsânımız budur. İstersen, başkalanna da ver, istersen verme! Bizim ihsânla-nmız hesâbsızdır dedik. Doğrusu dünyâda verdiğimiz bu ni’metler gibi, âhıretde de yüksek bir makamı ve güzel geleceği vardır. replika telefon sizin icin sundu






replika telefon,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder