Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

seo calısması,ndan islam bilgisi2

 seo calısması


seo calısması,ndan islam bilgisi2 bugün sizlere seo calısması güzel islam bilgilerini sizler icin sunacak sizinde bildiginiz gibi seo calısması elinden gelen gayreyi gösteriyor ve sizin icin
seo calısması diyorki Bunlar arasında en büyüğü, Muhammed Özbeİcî Mekkînin (Atıyyetül vehhâb fâsılatü beynel batâ vessavâb) risâlesi olup, düşmanları rezîl etmiş, başlarını bir dahâ kaldıramıyacak hâle getirmişdir. İmâmı «kuddise sirruh» vefâtından sonra, birçok memleketlerde, birçok âlimler medh etmiş, çok fâideli ve ehem-miyyetli kitâblar yazmışlardır. Bunlardan biri, Mekke-i müker-reme müftîsi, şeyhülislâm, İmâm-ül-allâme, Mevlânâ Abdüllah İtâkî zâdedir. Kitâbının birkaç sahîfesi arabî risâlede varsa da terceme etmedik.İmâmı, vefâtından sonra medh edenlerden en mühimi, âriflerin reisi, hakikatin rehberi, vâsılların senedi, maddî, ma’nevî kemâllerin sâhibi, ilm deryâsı, Ziyâeddin mevlânâ Hâlid Osmâniyyi Bağdâdî «kuddise sirruh» olup, ince ruhunun terennümleri ile dolu olan fârisî dîvânının doksandör-düncü sahîfesindeki beytlerinde buyuruyor ki:
(Yâ Rabbî! O nihâyetsiz yolun yolcusu, ilm sâhiblerinin reîsi, bu göz ile görülemiyen, akl ile varılamıyan gizli sırların menba’ı; insanların anlıyamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sâhibi; köpüren, dalgalanan ma’nâlar deryâsı; maddesiz-lik, mekânsızlık âleminin reîsi; nûrları ile Hindistanı aydınlatan, Sihrind şehrini, Mûsâ aleyhisselâma Allahü teâlâ-nın kelâmı geldiği şerefli vâdî yapan, Muhammed aleyhisselâ-mın dîninin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dîni bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemiyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken Ahmed-i Fârûkînin gözlerinin nûru hürmetine beni afv et! Yüzümün karasına bakma! Kendime çok zulm etdim. Sayısız kabâhatler yapdım. Verdiğim sözü hiç tutmadımsa da, senin afv ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek, râhat ediyorum. Yalnız senin ihsânına güveniyorum. Çünki (Ben afv ediciyim) buyuruyorsun!)

37— Onu medh edenlerden birisi de, mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin yetişdirdiği ulema ve evliyânın en üstünü, âlim, fâdıl, veliyyi kâmil, sayısız kerâmetler sâhibi, seyyid Tâhâ-i Hakkâri «kuddise sirruh» hazretleridir.

38— Imâm-ı Rabbânîyi «kuddise sirruh» medh eden büyüklerden birisi de. Ulemânın zîneti, Evliyânın ekmeli, seyyid Abdülhakîm Efendidir.

ateşe tapıcı Hindûların büyük bir kumandanı, İmâmın dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek, müsli-mân olduğu meşhûrdur. Sultânın veziri koyu şî’î olduğundan, zindanda imâmın başına kardeşini ta’yîn etmiş ve çok şiddetli davranmasını söylemişdi. Bu ise, İmâmdan çeşidli kerâmetler, üzülmek yerine, heybet, sabr ve hattâ neş’e görerek tevbe eylemiş, şî’îlik yularını çıkararak Ehl-i sünnet gerdanlığı ile zînetlenmiş ve İmâmın «kuddise sirruh» hâlis talebesinden olmuşdu.

30— İmâm «radıyallahü anh» mahbûs iken sultândan râzı idi. Yapdığı bu işinden memnun idi. Ona hep hayr düâ ediyordu. Hattâ, İmâmın «kuddise sirruh» eshâbından ba’zısı, sultâna kasd etmek istedi. Bunu yapabilecek kudretde idiler. Fekat İmâm onları, rü’yâlarında ve uyanık iken men’ etdi. Sultâna hayr düâ etmelerini emr etdi. (Sultânı incitmek, bütün insanlara zarar verir) buyururdu. Zindandan evlâdına yazdığı mektûbları, Mektûbâtdan okuyanlar, bunları iyi anlar.

31— Sultan Selîm Cihângir hânın oğlu şâh Cihan, pâdişâh olmak için babasına karşı geldi. Askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu halde, zafer kazanamadı.^ O zemânın evliyâsından birine hâlini anlatıp düâ istedi. Velî dedi ki: Senin zafer kazanman için, vaktin dört kutbunun sana düâ etmesi lâzımdır. Bunlardan üçü seninle berâber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe râzı değildir. O da, İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî «kuddise sirruh» hazretleridir. Şah Cihan, İmâmın huzuruna gelip, düâ etmesi için yalvardı. İmâm «kuddise sirruh», babasına karşı gelmesine mâni’ olup nasihat etdi. (Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefât edecek, saltanat sana kalacakdır) diye müjde de verdi. Şâh Cihân, emrlerini dinledi. Arzûsundan vaz geçdi. Az zeman sonra 1037 [m. 1637] de, babası vefat edince, saltanata kavuşdu. Hasedcilerin imâm için, sultânı dinlemiyor, kanûnlara karşı geliyor, sözlerine hiç inanılır mı?

32— imâm «kuddise sirruh» kal’ada iki veyâ üç .sene kaldıktan sonra, sultân yapdığına pişmân oldu. Habsden çıkarıp ikrâm ve ihsân eyledi. Hattâ hâlis talebesinden ve sâdık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını emr etdi. Sonra serbest bırakıp ihtiramla vatanına gönderdi. Imâm-ı Rabbânî evvelce bulundukları hâllerin ve makâmların.

birine yazdığı bir mektûbda buyuruyor ki: (Zikr ve zikrin te’sîri, derin bir denizdir. Onun derinliklerine kimse varama-mışdır. Bir dalgalı deryâdır ki, bütün dünyâ onun bir dalgasını bilmiyor. Dünyâyı kuşatan öyle bir bahr-i muhîtdir ki, onu kavramağa bütün âlemin gücü yetmez. Zikr, zikr edenlerin kalblerinde hâsıl olan bir hâldir. Söylemesi, yazması, bildirmesi imkânsızdır.

Hak teâlâyı, bilen kimsenin dili söylemez olur. Kelime bulamaz ki, anlatabilsin. Şaşar kalır. Dünyâdan ve insanlardan haberi olmaz. Zikr olunan, Allahü teâlâ olduğu gibi, zikr eden de ancak O’dur. Kendisini yine ancak kendisi zikr edebilir. Mahlûkların, O’nu zikr etmek haddine mi düşmüşdür? Ancak sıfât-ı ilâhiyyesi ile sıfatlanması için, yaratmış olduğu insana kendisini zikr etmesini emr etmişdir. Herkes, yaradılışındaki kâbiliyyeti kadar, o nihâyetsiz ve dalgalı denizden birşey ile teselli bulur. Veysel Karânî, o deryanın bir damlası ile teselli bulmuşdur. Cüneyd-i Bağdâdî, o denizden bir avuç mik-dârı ile doymuş, kanmışdır. Abdülkâdir-i Geylânî, ancak o denizin kenârına varmışdır. Muhyiddîn-i Arabi ise, bunun dibinden çıkarılmış bir cevher ile övünmekdedir. Imâm-ı Rabbânî, ondan büyük pay almışdır.

(Allah) kelime-i celâlesini teşkile hizmet eden elif, lâm ve he harfleri, bu mu’azzam kelimenin işâret etdiği, hiçbirşeye benzemiyen zâtı anlatmağa, âlet ve vâsıtadırlar. Bunları söylemek zikr değildir. Zikr, bu kelimenin neticesi, semeresi olan bir hâl ve keyfiyyetdir. Bu kelimeye zikr denmesi mecâzdır. Hakiki ma’nâ ile değildir.

Bunun gibi kelime-i tevhîd de zikr değildir. Ancak söylemek ve ma’nâsı bakımından zikre âletdir. Zikr, bu kelimenin ve bu ibârenin kalb ile tekrârından hâsıl olan bir hâldir. Bu hâlin husûle gelmesi, bu kelime ve ibâreye bağlıdır.)

Çok uzun olan bu mektûbun yukarda yazılı kısmında, imâm-ı Rabbânînin medh-u senâsı ne kadar veciz, kısa, fekat geniş ve câmi’dir.

Seyyid Abdülhakîm «kuddise sirruh» ba’zı mektûbla-nnda ve birçok derslerinde: (Ba’de kitâbillah ve ba’de kitâb-ı Resûlillah efdal-i kütüh, Mektûbâtest) buyururlardı. Ya’nî, A’tahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmden sonra ve Resû.
İşbu (Eshâb-ı İdrâm) aleyhimürrıdvân kitâbını, büyük alım Ahmed Fârûk-i Serhendi «rahmetullahi aleyh» hâzırla-mışdır.

Birkaç maddî bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük âlimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhassa, dîn-i islâmın. Benî Îsrâîl Peygamberlerine benzetilen, çok mikdârda ve çok yüksek âlimlerinden, velîlerinden haberi olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fekat etrâfı-mızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir sermâyeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazînesi ve se’âdet-i ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız İslâm kitâblarının ismlerini işitdiren ve bunların, rûh hastalarına devâ yazılarını okumak ve anlamak bahtiyarlı-ğma kavuşduran ve Allahü teâlânın Türk milletine büyük ihsânı, kâfirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedî felâkete sürüklenen ma’sûmların kurtarıcısı ve Allahü teâlânın varlığını. Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» üstünlüğünü, îmânın ve islâmın hakikatini, fikr hastalarına içirerek, gençliğe şifâ sunan rûh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdâdımızın mukaddes yolunu örten, küfr ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı serin sabah rüzgârı ve îmân kaynaklarını temâmen örten, dinsizlik karanlığını, ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilm ve ma’rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyâhğın yüksekliklerine vâkıf, seyyid Abdülhakîm Efendinin «kuddise sirruh»,bu kitâbı okumak nasîb olan tâli’lilere, bu dünyâ ve âhıret se’âdetinin rehberinin hâl tercemesini kısaca takdim etmek ve hâtırasını yâdigâr bırakmak uygun görüldü.
Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ «kaddesallahü teâlâ esrârehümâ», sofiyye-i âliyye büyüklerinden ve ilmi ile âmil ulemânın kâmillerinden olup, tervîc-i din ve neşr-i ilm ve sehâyı tabı’ ve şer’i şerîf-i Ahmedînin «sallallahü aleyhi ve sellem» icrâsında bezl-i vücûd ve sarf-ı mal ederek, akran ve emsâlinin üstünde bir zât-ı kerîmül-hisâl idi.

Van vilâyetinin Başkal’a kazâsında, 1281 [1865] de tevel-lüd etdi. Binüçyüz sene-i hicriyyesi ibtidâsında icâzet [ya’nî diploma] aldı. îlm-i sarf, nahv, mantık, münâzara, vadi.
beyân, me’ânî, bedî’, kelâm, usûl-i fıkh, tefsir, tesavvuf, nush-i lil-nıüslimîn. iltâ-i alcl-me/hebîn, ulıım-i hikcmiyye, ya-nî hikmet-i tabî’iyye [fizik, biyoloji], hikmet-i ilâhiyye, riyâ-ziyye, ya’nî hesab ve hendese ve hey’et [astronomi] gibi ulûrn-i zâhiriyyeyi, allâme seyyid Fehîmden «kuddise sirruh» me zûn olduğu gibi, yine onlardan tesavvufun Müceddidî, Kâdirî, Kübrcvî, Sührevcrdî, Çcştî kısmlarından dahî me’zûn olmuş-dur. Babasının babası, seyyid Muhyiddîndir. Bunun babası, seyyid Muhammeddir. Bunun babası olan seyyid Abdürrah-man, seyyid Fehîmin babasının babasıdır «rahmetullahi him ecma’în». Dedelerinin oniki imâmdan, Alî Rızâ bin Mûsâ Kâzıma dayandığı, Irakdaki mahkeme-i şer’iyye kaydlarında yazılı olduğu gibi, seyyid Abdülkâdir-i Geylânînin «radıyal-lahii anh» torunu seyyid Abdürrezzâkın «kuddise sirruh» mubârek eli ile de tasdiklidir.

Biniiçyüzotuziki 1332 [m. 1914] senesi Receb-i şerifi birinci günü, Rus askeri Başkal aya bir sâ at mesafeye yaklaş-dıkda başlıyan ermenilerin yapdığı zulm ve katl-i âmdan halâs bulup, kadın, çocuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, Revandız, Erbil, Musul, Adana, Eskişehir ve nihayet bınüçyüz-olu/yedi 1337 [nı. 1919[ senesinin şevvali ibtidâlarında Istan-bulda lîyyûb Sultân nahiyesine geldiler. Önce çarşı içindeki (yazılı medrese) ye yerleşdirildiler. Sonra, Gümüşsuyunda Idris köşkü civârındaki Mürtezâ efendi mescidinin imâmlığına ta’yîn olundu. Bu hicretinden evvel iki defa hac etmişdir. Risâle büyüklüğünde müteaddid mektûbları vardır. Mevlid okunmasının ve teşbih kullanmanın başlangıcı ve meşrû iyyeti ve (Rabıtayı şerîfe) risâlesi ve İslâm halîfelerinin sonuncusu olan sultân vâhîdeddîn hân zemanında (Medrese-i mütehassı-sîn) denilen İslâm üniversitesinde tesavvuf müderrisi [profesörü] iken yazdıkları (Erriyâz-ut-tesavvufiyye) kitâbı ve (Sahâbe-i kiram) ve (Ecdâd-ı Peygamberi) risâleleri ve ıslâm hukuku ismli eserleri, Arabî, Fârisî ve Türkçe şi’rleri pek kıymetlidir. Siyâsete hiç karışmamış, siyâsî fırkalara bağlanma-mışdır. Bölücülüğe, tarikatçılığa karşı idi. Tekkelerin lağvı kanunu çıkdıkdan sonra, şeyhlik, mürîdlik üzerinde konuşduğu işitil-memişdir. Kanunlara uymakda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. Dîni dünya çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyüb Sultân, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy, Bey-oğlunda Ağa câmi’i şerifleri kürsîlerindeki konuşmaları, bunların iftiralarına sebeb oldu.

 Sevişelim. Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği doğru yolda birleşelim. Bu yoldan sapanların, bölücülerin yalanlarına aldanmıyalım. Herkese iyilik edelim. Herkese tatlı dilli, güler yüzlü olarak, müslimânlığın şerefini bütün dünyâya tanıtalım. Hükümete, kanunlara karış gelmemek her müslimânm vazifesidir. Fitne, karışıklık çıkarmak büyük günâhdır. Mezheb ayrılıkları döğüşmeğe sebeb olmamalıdır. Bizi parçalamak istiyen yabancılar, her dilde kitâb basdırıyorlar. Hadîs-i şerifleri değişdirerek, âyet-i kerîmelere yanlış, bozuk ma’nâlar vererek ve acıklı hikâyeler uydurarak, temiz gençleri aldatıyorlar.

îslâmiyyeti içerden yıkmak istiyenleri bildirmek ve yalanlarını, iftirâlarını cevâblandırmak için, İslâm âlimleri bin seneden-beri binlerce kitâb yazmışlar, Müslimânları bu belâya sürüklenmekden korumuşlardır. Bu fâideli kitâblardan biri, Hin-distânın büyük âlimlerinden Şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib hazretlerinin fârisî olarak yazdığı (Kurret-ül-ayneyn) kitâbıdır. Şâh Veliyyullah hazretleri, 1114 [m. 1702] de Delhide tevellüd ve 1176 [m. 1762] da orada vefât etmişdir.

Bu kitâbdaki yazıların hepsinin senedleri, vesikaları, (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbında uzun yazılıdır. Meselâ, yedinci bâbda, hazret-i Alînin birinci halîfe olacağını isbât için, Şî’îlerin beş âyet-i kerîmeye ve oniki hadîs-i şerife verdikleri ma’nâların yanlış olduğunu bildirdikden sonra diyor ki, (Ehl-i sünnete göre, Kur’ân-ı kerîmden sonra, en kıymetli kitâb (Buhârî-yi şerif) dir. Bu kitâbda Peygamberimizin hadis-i şerifleri yazılıdır. Şî’îlere göre, Kur’ân-ı kerîmden sonra, en kıymetli kitâb, (Nehc-ül-belâga) dır. Bu kitâbda, Şî’î âlimlerinden Radî, hazret-i Alînin hutbelerini yazmış-dır. Bu hutbeleri yazarken, hazret-i Alînin Şeyhaynı öven ve Şî'-îlerin yalancı olduklarını gösteren sözlerini çıkarmış, başka eklemeler, değişdirmeler yapmışdır. Hazret-i Alînin hutbeleri o kadar değişmiş, o kadar bozulmuş ki, (Nehc-ül-belâga) yı şerh eden Şî’î âlimleri birçok yerlerine ma’nâ verememişler, olduğu gibi yazmak zorunda kalmışlardır). (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbı fârisî-dir. Arabîye terceme edilmişdir. Mahmûd Şükri Âlûsî, bu arabî tercemeyi kısaltmış ve (Muhtasar-ı Tuhfe) demişdir. Zâhirî ilmler-deki ve tesavvuf bilgilerindeki yüksek derecesi ile tanınmış olan büyük velî seyyid Abdüllahi Dehlevî hazretleri, fârisî (Mektûbât) kitabının altmışbirinci mektûbunda, (Nehc-ül-belâga) kitâbındaki hutbeler sahîh değildir buyurmakdadır. Şî’îler, bu bozuk kitâbı (Istinâd-ı Nehc-ül-belâga) adı ile basdırıp, her memlekete parasız gönderiyorlar. Muhammed bin Hüseyn Mûsevî Radî, Mürtedâ ismindeki azılı şî’înin kardeşidir. Alî bin Hüseyn Mûsevî Mürtedâ da, (Hüsnıye) kitâbında, cok çirkin, iğrenç kelimelerle Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmakdadır. Her ikisi de acem seyyididir.

med Radî, 406 [m. I0I6J ve Murteda 4J6 fm. 1U44J senesınae Bağdâdda vefât etmişlerdir. (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbının yazan, hâfız Gulâm Halîm Abdül’Azîz bin Kutb-üddîn şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib Dehlevî, 1239 [m. 1824] da vefât etmişdir.

Her Müslimânm Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı (İlm-i hâl) kitâblarmdan birini okuyup öğrenmesi ve çocuklarına öğretmesi lâzımdır. Hepimizin nefs-i emmâresi kâfirdir. îmânımızın gitmesini, doğru yoldan sapmamızı istiyor. Dinsizlerin, sapıkların bozuk, zararlı kitâblarını, dergilerini okumamız, yabancıların radyolarını, televizyonlarını dinlememiz için bizi sürüklüyor. Harâm olan şeyleri yapmak, sapıkların yalanlarına inanmak ve kâfirlerin âdetlerine, modalarına uymak, nefslerimize tatlı geliyor. İbâdet yapmak ona güç geliyor. İşte bunun için, kâfirlik ve sapıklık her yere kolayca yayılıyor. Allahü teâlâ buyuruyor ki, (Nefsinizi düşman biliniz! Nefslek'iniz bana düşmandır). Nefsin sevdiklerini yapmamak büyük cihâddır. Çok sevâbdır.

Nefs-i emmâremizin ve sapıkların, mezhebsizlerin ve kâfirlerin tuzaklarına düşmemek için biricik ilâç, İlmihâl kitâblarını okumak, îmânı ve ibâdetleri doğru olarak bu kitâblardan öğrenmekdir. Müslimânlar, çocuklarını ilk mektebe vermeden önce, Kur’ân hocasına göndermeli, Kur’ân-ı kerîm okumasını, nemâz kılmasını, îmânın, islâmm şartlarını, onlara muhakkak öğretmelidir. Neft-i emmâre, burada da karşımıza çıkar. (Önce ekmek parası kazanmasını öğrensin. Onları sonra da öğrenir) diyerek aldatır. Çocuğunun Müslimân olmasını istiyen, dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşmasını dileyen ana ve baba, nefsin ve insan şeytanlarının yalanlarına aldanmamalı, çocuklarını, elbette Kur’ân hocasına göndermelidir. Mektebe başladıkdan sonra göndermek çok güç, hattâ imkânsız olur. Ağaç yaş iken bükülür. Kartlaşınca bükmeğe kalkılırsa, kırılır, zararlı olur. İslâm bilgileri verilmiyen çocuk, sapık veyâ kâfir olur. Ananın, babanın, sonra âh etmeleri, dizlerini dövmeleri, kendilerini ve çocuklarını Cehennemden kurtarmaz. Sevgili Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem», bu pek acı hakikati anlatmak için, (Helekel-müsevvifûn!) buyurdu.

Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyor. Fâideli şeyleri herkese gönderiyor. Zararlardan korunmak, se’âdete kavuşmak için yol gösteriyor. Âhıretde, Cehenneme girmesi gereken suçlu mü’minlerden dilediğini afv ederek, ihsân yapacakdır. Her canlıyı yaratan, her varı her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve deh-şetden koruyan yalnız O’dur. Böyle bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyoruz.

Allahü teâlâya hamd ederiz. Herhangi bir kimse, herhangi bir zemanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bır-şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamdlenn, şükrlerin hepsi Allahü teâlâya olur. Çünki herşeyi yaratan, tediye eden, yetişdiren, her iyiliği yapdıran, gönderen, hep O dur. kuvvet kudret sâhibi yalnız O’dur. O hâtırlatmazsa, iyilik ve kotuluk yapmayı kimse irâde, arzû edemez. Kulun irâdesinden sonra O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, kimse kimseye »ydık ve kötülük yapamaz. Merhamet etdiği kulları, kötülük yapmak irade edince, O irâde etmez ve yaratmaz. Böyle kullardan hep iyilik meydâna gelir. Gadab etdiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü kullar, nefslerıne uydukları için, iyilik yapmak istemezler. Bunlardan hep fenalık hâsıl olur.

Allahü teâlânm çök sevdiği Peygamberi Muhammed aleyhıs-selâma salât ve selâm ederiz. O yüce Peygamberin temiz Ehl-ı *y ve âdil, sâdık Eshâbmın herbirine hayrlı düâlar ederiz.

Allahü teâlâ müslimânlara, Kur’ân-ı kerîme sarılmalarını, Kur’ân-ı kerîm etrâfında birleşmelerini emr ediyor. Eshâb-ı kiram, her emre tâm uydukları için, birleşdiler, sevişdiler, kardeş oldular. Onların bu sevişmelerini, Allahü teâlâ, (Feth) sûresinde haber veriyor ve övüyor. Birleşmekden kuvvet hâsıl olur. Ayrılık, felakete sebeb olur. Biz de eshâb-ı kirâm gibi olalım.


ÜSLİMÂNLARIN İKİ GÖZBEBEĞİ
(Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer)

Aşağıdaki yazı, büyük İslâm âlimi şâh Veliyyullah-ı Deh-levî hazretlerinin (Kurret>ül ayneyn fî-tafdîl-iş-şeyhayn) ismindeki fârisî kitâbından terceme edilmişdir. Bu kitâb, ikiyüzyetmiş sahîfe olup, 1310 [m. 1892] de Pişâverde basılmışdır.

(Kurret-ül-ayneyn) kitâbında bir Mukaddime ile iki fasi vardır. Mukaddimede, Şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmekdedir. Birinci fasida, Şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsînin (Tecrîd) kitâbındaki yazılarına cevâb verilmekdedir. Muhammed Nasîreddîn-i Tûsî, 597 [m. 1201] de Tus şehrinde tevellüd ve 676 [m. 1274] da Bağdâdda vefât etdi. İkinci fasida, hased edenler ve zındıklar tarafından Şey-hayne yapılan iftirâlara, yalanlara cevâb verilmekdedir.

Şeyhayn, ya’nî hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer «radı-yallahü anhümâ», Eshâb-ı kirâmm en üstünleridir. Zemanı-mızda bid’at sâhibleri, ya’nî sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükde şübheler hâsıl olmağa başladı. Hattâ, Selef-i sâlihî-nin doğru inanışları unutuluyor. Hâlbuki, Şeyhaynın üstünlüğü, hem akl ile, hem de naki yolu ile meydanda olan bir gerçekdir. Naki, üç yoldan gelmekdedir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine mü’min ve sâlih halîfeler vereceğini, dînini bunlarla kuvvetlendireceğini, Nûr sûresinin ellibeşinci âyetinde va’d buyurdu. Resûlullahın gördüğü ve Eshâb-ı kirâmm görüp Resûlullahın açıklamış olduğu rü’yâlar da bunu bildir-mişdir. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» , kendinden sonra, Şeyhaynın halîfe olacaklarını, hem açık olarak, hem de işâret ederek, çok bildirmişdir. Hak halîfe olduklarını bildiren bu vesikalar, tevâtür yolu ile bizlere gelmişdir. O hâlde Şeyhayn, Müslimânların en üstünlerid’r. Tirmüzînin ve Hâkimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Benden sonra, Ebû Bekre ve Ömere iktidâ ediniz!) buyuruldu. Bu hadîs-i şerifi, Huzeyfe ve İbni Mes’ûd haber verdiler. Hâkimin kitâbında, Enes bin Mâlik diyor ki. Benî Mustalak kabilesi, beni, Resûlullaha gönderdi.


Müseyyeb diyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddik, Resûlullahın veziri idi. Resulullah «sallallahu aleyhi ve sellem», bütün işlerinde onun İle meşveret ederdi. Islâmda Resûlullahın İkincisi idi. Maga-rada Resulullahın İkincisi idi. Bedr gazâsında, çardak altında Resu u ahin Ikınası idi. Kabrde de Resûlullahın İkincisi oldu. Kcsulullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi). Abdürrah-man bin Ganemm bildirdiği hadîs-i şerîfde, Resulullah «sallallahu aleyhi ve sellem>>, hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere dedi kı, (ikinizin söz birliği etdiğiniz hiçbir işde sizden ayrılmam.) ^

Allahü teâlâ, İslâm dînini hazret-i Ömer ile kuvvetlen-dirdi. Tirrnüzînin ve Ebû Dâvüdün ye Hâkimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hakkı Ömerin diline ve kalbine yerleşdirmişdir) buyurdu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde (Şeytan Ömerin gölgesinden kaçar) buyuruldu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» (Mi’râcda, Ömere verilecek olan köşkü gördüm) buyurdu. Makâm-ı İbrâhîm için ve kadınların örtünmesi için ve Bedr gazâsında alınan esirler için, Allahü teâlâ hazret-i Ömerin sözüne uygun âyet-i kerîme göndermiş-dir. Hâkimin bildirdiği hadîs-i şerîfde (Allahü teâlâ kıyâmet günü evvelâ Ömere selâm verecekdir) buyuruldu. Ebû Sa’îd-i Hudrînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Cennetde ümmetim arasında derecesi en yüksek olan budur) buyurarak, Ömeri gösterdi. Hazret-i Ömer, ömre yapmak için Resûlullahdan izn istedikde, izn verdi ve (Ey kardeşim, düâ ederken bizi unutma!J[ buyurdu. Abdullah ibni Abbâsın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ömer îmân etdiği gün, Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve melekler birbirlerine Ömerin müslimân ojduğunu müjdelediler) buyurdu. Tirmüzîde yazılı Akabe bin Âm.irin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer bin Hattâb Peygamber olurdu) buyuruldu. Tirmüzîde yazılı hadîs-i şerîfde, İmâm-ı Zeynel Abidîn Alî, babası hazret-i Hüseyn’den o da babası hazret-i Alîden haber veriyor: Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» ile birlikde oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. (Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennetde olanların en üstünleridir) buyurdu, »bn-i Mâcede, Enes bin Mâlik diyor ki, en çok kimi seviyorsun yâ Resûlallahjienildikde, (Âişeyi) buyurdu. Erkeklerden kimi denildikde, (Âişenin babasını) buyurdu.

(Benden sonra Ebû Bekre ye Ömere iktıda e*-niz!) buyuruldu. Tirmüzîde Enes bin Mâlik diyor kı. Eshamı kirâm otururlarken, Resûlullah da gelip aralarında otururdu. Ayağa kalkmalarına izn vermezdi. Hiçbiri Resûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem» yüzüne bakamazdı. Yalnız Ebu Bekr ve Ömer bakarlardı. Resûlullah da onlara bal.ar, karşılıklı gülüşürlerdi. Hâkimin kitâbında yazılı Huzeyfe-i Yemânînın bildirdiği hadîs-i şerîfde (Eshâbımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların heryerde öğretilmesini istiyorum. Isâ al^-hisselâm da Havârîlerini bunun için göndermişdir) buyurdu. Ebu Bekri ve Ömeri de gönderirmisin denild'kde, (Bu ikisini yanımdan ayırmam. Bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler) buyurdu. Abdüllah ibn-i Ömerin bildı.rdiği ve Tırmuzı ile Hâkimde yazılı hadîs-i şerîfde, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» mescide girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Ömer yardı Ellerinden tutmuşdu. (Kıyamet günü kabrden böyle kalkarız) buyurdu. Hâkimin bildirdiği hadîs-i şerîfde, Ebî Resûlullah ile «sallallahü aleyhi ve sellem» oturuyorduk. Ebu Bekr ile Ömer geldiler. (Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni bu ikisi ile kuvvetlendirdi) buyurdu. Tirmüzîde ye ibn-ı Mâcede yazılı, Ebû Sa’îd-i Hudrînin haber verdiği hadîs-i şerîfde (Cennetde yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gckdeki yıldızlar gibi görünürler. Ebû Bekr ve Ömer onlardandu) buyuruldu.

Hadîs âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki, Ebû Mûsel-Eş’arî «radıyallahü anh» dedi ki, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» ile bir bağçede oturuyorduk. Birisi kapıya yi rdu. Resûlullah (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu buyurdu. Kapıyı açdım. Ebû Bekr içen girdi. Resu ull.ıhın müjdesini kendisine söyledim. Kapı yine vuruldu (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurd ı. Kapıyı açdım. Ömer içeri geldi. Ona da müjdeyi söyledim. K apı yme vurmdu. (Kapıyı aç! Gelene Cennetlik olduğunu müjdele ve başım beıalar geleceğini de söyle!) buyurdu. Kapıyı açdım. Osmân içe.-- girdi. Müjdeyi ve Allahü teâlânın kaderini kendisine soyıedım Allahü teâlâya hamd olsun. Kazâlarda, belâlarda ancak Allahü teâlâya sığınılır dedi.

Hâkimde ve îmâm-ı Ahmedin Müsnedın-ie ya/ılı,

Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde (Başınıza Ebû B-.-o; zeman, onu dünyâda zâhid ve âhırete râgib bulursunuz 1 aşın.


(Ebû Bekre veriniz!) buyurdu. Tekrâr gönderdiler. Gelip, Ebû Bekrden sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Ömere!) buyurdu. Bir dahâ gelip, Ömerden sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Osmâna!) buyurdu. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», son hastalığında kendi yerine hazret-i Ebû Bekri imâm yapdı. Başkasının imâm olmasını açıkça red eyledi. Eshâbm büyüklerinden hazret-i Ömer ve hazret-i Alî, hazret-i Ebû Bekrin halîfe olacağını buradan da anladılar. Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, buna karşı olmadı. Buhârîde diyor ki, Resûlullahın emri ile, Ebû Bekr-i Sıddîk, Eshâb-ı kirâma sabâh nemâzı kıldırıyordu. Resûlullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, Eshâbını nemâzda görünce tebessüm eyledi. Ebû Bekr-i Sıddîk Resûlullahı nemâz kıldırmağa geliyor sanarak geri çekildi. Eshâb-ı kirâm da, anlıyarak sevindiler. Mubârek eli ile işâret ederek (Nemâzınızı temâmlayınız!) buyurdu. Perdeyi indirdi. O gün vefat etdi. Hadîs âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bir kadın, Resûlullahdan birşey sordu. (Sonra gel, sor!) buyurdu. Yâ Resûlallah! Gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, (Gelince beni bulamazsan, Ebû Bekre sor!) buyurdu.

Süâl: Hazret-i Ömer ve hazret-i Alî, Resûlullah, kendinden sonra, kimin halîfe olacağını bildirmedi dediler. Buna ne dersiniz?

Cevâb: Bu iki imâm, Resûlullah, Eshâbını toplıyarak, kendinden sonra Ebû Bekre bî’at edilmesini emr buyurmadı dediler. Çünki, her ikisi de, nemâz kıldırması için emr olunması, halîfe olacağını göstermekdedir demişlerdir. Ebû Vâîl diyor ki, hazret-i Alî yaralanıp yatınca, kimi halîfe yapacaksın dediler. Allahü teâlâ, size iyilik irâde buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. Hazret-i Alînin bu sözü de, hazret-i Ebû Bekrin en üstün olduğunu bildirmekdedir. Hâkimin kitâbında, hazret-i Alînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, Ebû Bekre çok rabmet eylesin! Bana kızını verdi. Hicretde beni Medî-neye götürdü) buyuruldu. Nizâl bin Sebre «radıyallahü anh» diyor ki, hazret-i Alîye «radıyallahü anh», neş’eli bir zemâ-nında, kimleri arkadaş edindin dedim. (Resûlullahın Eshâbının hepsi benim arkadaşlarımdır), buyurdu. Ebû Bekr için ne dersin dedim. (O, öyle bir insandır ki, Allahü teâlâ, Cebrâîl aley-hisselâm vâsıtası ile ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtası ile ona (Sıddîk) ismini vermişdir) dedi. seo calısması sizin icin sundu.




seo calısması, seo,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder