Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

seo,dan islam bilgileri

 seo


 seo,dan islam bilgileri evet bugün seo sizin icin islam bilgilerini  yazarken seo cok calıstı ve güzel islam bilgilerini sizlere sunuyor seo gece gündüz demeden arastırıp sizlere saglıklı bilgiler vermye calısıyor ve sizin icin seo diyorki Kur’ân-ı kerîmde Hadîs-i rîfe göre hükm ederdi. Hadîs-i şerlilerde de bulamam Shâb-ı kirama anlatır, Resûlullahm böyle da vaya rdiğini bilen varmı derdi. Sözbirliğı ile cevab verilirse, hamd edip, öylece hükm ederdi. Haber veri mezse.
kerîmde ve hadîs-i şeriflerde bulamazsa, hazret-ı hDu Bekrin ve Ömerin sözlerine uyarak cevâb verirdi. de bulamazsa, kendi içtihadı ile söylerdi), buyurdu ki fetvâ verecek kimsenin, mensuh ve nasıh olan âyetleri bilmesi lâzımdır. Bunları bilen kim vardır dediklerinde, Ömer-übnül-Hattâb onlardandır dedi. Danm'de, Zıyad bin Cedîr diyor ki, hazret-i Omerle konuşuyordum. Islaıruyyetı vıkan şey nedir dedi. Siz söyleyiniz dedim.Yı Dârimîde, Amr bin Meymûn, hazret-ı Ömer ikisi gitdi dedi. Bunu Ibrâhîme söylediklerinde, Ömer ılmm onda dokuzunu götürdü dedi.

Malık (Ebû Bekr, Resûlullahın en yakınıdır. Birçok yerde Resûlullahın İkincisi olmuşdur. Başımıza onun gelmesi lâzım-ediniz!) dedi. Yine Buhârîde Enes bin Malık diyor kı, bir kimse, Resûlullaha «sallallahü aleyi ve sellem» kıyâmet alâmetlerini sordu. (Kıyamet İçin ne hazırladın.) buyurdu.^ Hıçbirşey yapamadım. Yalnız, Allahü teâlâyı ve O nun Resûlünü «sallallahü aleyhi ve sellem» çok seviyorum dedi. (Kıyâmetde, sevdiklerinin yanında olursun!) buyurdu. Resûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem» bu sözünü işitince çok sevindim. Ben de, Resûlullahı «sallallahü aleyhi ve sellem» ye Ebû Bekri ve Ömeri çok seviyorum. Onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim.

, Hazret-i Alî, (Allahü teâlâ Ebû Bekre rahmet eylesin. Kur ^-1 kerîmi o topladı. Resûlullah hicret ederken, o hizmet ^ledı. Ömer mescidlerimizi aydınlatdığı gibi, Allahü teâlâ, Omerın kabrim nûr ile aydınlatsın) diye duâ etdi. Sâlim bin Ebıl-Ca’d diyor ki, Necrânda kırkbin kişi barınıyordu. Hazret-i Ömer onları vatanlarmdan çıkardı. Hazret-i Alîye gelip, şefâ at etmesini yalvardılar. Bunları kovdu. (Ömerin her ışı doğrudur) dedi. Şî’îlerin söyledikleri gibi, hazret-i Alî, hazret-i Omeri kötüleyici olsaydı, Necrânlılara karşılık olarak söylerdi. H^buki söylemedi. Onu övdü. Ebû Ya’lânın haber verdiği rü yâ ta bîrinde, hazret-i Hasen, hazret-i Ömeri medh etmışdır. Hâkim, kitabında diyor ki, Abdüllah bin Ca’fer-i Tayyâr, (Ebû Bekr bize vâlî olduğu zeman, onu insanların en iyisi ve en merhametlisi bulduk) derdi. Zeyd-i Şehîd, savaşa giderken, (Babalarım, Şeyhaynı çok severlerdi) demişdir. Hâkimin kitâbmda, Abdüllah ibn-i Abbâsın hazret-i Ömeri öven sözleri uzun yazılıdır. İmâm-ı Ahmedin Müsnedinde Hasen bm Zeyd diyor ki, babam Zeyd, babası Hasenden işiterek dedi kı, babam hazret-i Alîden işitdim. Dedi ki, Resûlullah ile oturuyordum.
bütün kollarındaki sözlerini, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî sahilseler dolusu naki ediyor. Bunları okuyan insâflı kimse, her ıkı halîfenin İslâm memleketlerini genişletmekdeki hizmetleri gibi, İslâm ilmlerini yaymakda da, büyük gayretleri ve biletleri olduğunu iyi anlar. Bunun içindir ki, hazret-i Alî, (Omerın buluşları hep doğrudur) buyurdu. Bir kerre de, (Ornerın kamçısı, bizim kılmcımızdan dahâ fâidelidir) dedi. Hadîs-i şerıfde, (Zemanlann en hayrlısı, benim zemanımdır. Sonra, bundan sonraki asrdır) buyuruldu. Eshâb-ı kirâm «aleyhimürrıdvân», kendilerinden sonra gelenler ile Resûlullahın arasında vâsıta oldukları için, onlardan üstün oldular. Her asrın Müslimân-ları, sonraki asrlardakilere îslâmiyyeti bildirmekle, onların üstadları olmuşlar. Onlardan dahâ hayrlı, dahâ üstün olmuşlardır. Aynı asrda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğretdiklerinden dahâ üstündür. Şeyhaynın fadl-ı küllisi buradan gelmekdedir. îmâm-ı Ahmedin kitâbmda hazret-ı Alı buyuruyor ki, birisinden hadîs işitdiğim zeman yemîn etdırır-dim. Yemîn edince kabûl ederdim. Yalnız Ebû Bekri hemen tasdik ederdim. Ebû Bekr dedi ki, Resûlullahdan «sallallahü aleyhi ve sellem» işitdim. Buyurdu ki, (Günâh işlemiş kimse, abdest alır. Sonra iki rek’at nemâz kılar. Sonra istigfâr ederse, günâhı afv olur). Hazret-i Ömeri yaraladıkları zeman, Abdullah bin Abbâs ziyâretine gelip, (Yâ Emîrel-mü’minîn! Sana Cenneti müjdelerim. Herkesin inanmadığı zeman, müslıman oldun. Herkes Resûlullaha düşmanlık ederken, sen O’nunla berâber cihâd etdin. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», senden râzı olarak vefât etdi. Senin halîfe olmana kimse karşı çıkmadı. Şehîd olarak can veriyorsun) dedi.

Resûlullaha ilk îmân eden adam, Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Hazret-i Alî îmân ederken çocuk idi. Resûlullahın evinde ve himâyesinde idi. Hazret-i Ebû Bekrin hazret-i Alîden de önce îmân etdiğini bildirenler vardır. İmân etdiğini ilk önce duyuran ve başkalarının da îmân etmesine sebeb olan, Ebû Bekrdir. Ebû Amrin (İstrâb) kitâbmda, Afirenin kölesi Ömer diyor ki, (Hazret-i Alî îmân etdiğini babası Ebû Tâlıbden bile sakladı. Ebû Bekr ise, îmân etdiğini arkadaşlanna bildirip, onları da îmân etmeğe çağırdı). Şa’bî diyor ki, önce kimin îman etdiği Abdüllah ibni Abbâsa soruldu. Hassân bin Sâbıtın şı -rini işitmedin mi dedi. Bu şi’rde, (Resûlullahı tasdîkde insanların birincisi Ebû Bekrdir) denümekdedir.
Hicretin dokuzuncu senesinde, Resûlullah hazret-i^û Bekri hac için emîryapdı. Hazret-i Alînin o^u Muhammed tan Hanefıyye diyor ki, (Ebû Bekr hacca gıtdıkden sonra, ^^“0 sûresi indi. Hazret-i Alîye okuyup, bunu Nahr gunu M'n^da hacılara oku buyurdu.

Alîyi görünce, Emîr olarak mı, yoksa me mur olarak mı geld dedi Hazret-i Alî de, me’mûr olarak geldim dedi. Hazret-ı Ebû Bekr, herkese hac vazifelerini yapdırdı

yakında vefât edeceğini gösterdiğim yalnız Ebu Bekr anlayıp ağladı ve (Yâ Resûlallah sen ölme! Senin yerme biz ölelim. Çocuklarımız ölsünler!) dedi.

Hazret-i Ömer, Resûlullahdan önce, yirmi Sahâbî ile bir-likde, Medîneye hicret etdi. Hazret-i Ebû Bekrin müşâvırı ve kâdîsi idi. İlk İslâm hâkimi hazret-i Omerdır. Resulullahm ıkı işi vardı. Biri Kitâbı ve Sünneti öğretmek ıdı. İkincisi tedbır-ı menzil ve siyâset-i medîne idi. Ya’nî islâmiyyeti yürütmek yapdır-mak idi. Hazret-i Ömer halîfe olunca, bu ıkı vazifeyi tam yandı. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», ru yasında, bir kadeh sütden içdi. Artanını hazret-i Omere verdi. Bunu ılın ile ta’bîr buyurdu. Hazret-i Ömer’in, zemanınm en alımı olduğunu, Eshâb-ı kirârn sözbirliği ile bildirdiler. Onun halrfe olması, Allahü teâlânm Müslimânlara büyük rahmeti oldu. Hicretin onbeşinci senesinde Hums şehri alınınca, rum kayseri Heraklius buradan Kostantiniyyeye [ya’nî Istanbula] kaçdı. Kadsiye muhârebesinde yedibin müslimân, altmışbin aceme gâlib geldi. Onaltmcı senede Haleb ve Antakya sulh ile alındı. Bu senede Ebû Ubeyde, Küfe şehrim yapdı. Hazret-ı Ömer Beyt-ül-mukaddese geldi. Yirmibirıncı senede, Mısr alındı ve Nehâvend zaferi kazanıldı. Yırmııkmcı senede, Mueîre bin Şu’be, Azerbeycânı ve Amr ibnı As, Trablusgarbı aldı. (Ravdat-ül-ahbâb) da diyor ki, hazret-i Ömer zemanmda binotuzaltı büyük şchr alındı. Dörtbin câmı’ yapıldı.
Halifelik de bu demekdir. Târih gösteriyor ki, Şeyhaynden sonra hiç kinişe bu dereceye çıkamadı. Ayrılıklar, kan dökül-mesı başladı Şeyhayn, islâmiyyeti en zaîf hâlden, en kuvvetli hale yukseltdıler. Bu hizmet, başkalarına nasîb olmadı. Sev-ayn zeman^mda icmâ’ yapılan bilgilerin hiçbirinde dört mez-yokdur. Onların bildirmediklerinde İhtilaflar h^ıl olmuşdur. Bu sözümüzü, üsûl ilmlerini bilenler anlar. Cahil din adamları anlamaz.
damadı da sevmek lâzım olduğunu bildirdi. Çünki müslimânın birinci vazifesi, Kur’^-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymağı ıstemekdır. ikinci vazîfe, bunları öğrenmekdir. Bunları öğrenmezse, ıslamıyyete uyamaz. Mühlid olur. Bu bilgileri topl^an ortaya koyan, Şeyhayndır.
mezhebden birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imamının dahâ üstün olduğunu bildirmeğe çalışır. Böyle bilmece, o mezhebe uyması sahîh olmaz. Bunun gibi, Kur*ân-ı kerimi ve hadk-i şerifleri ortaya koyanlarm ve her ikisinin ma nalarını bildirenlerin üstün olduklarma inanmıyan kimse, onların bildirdiği dîne uymuş olamaz. üzerine Şam vâlîsi Mu’âviye işe kanşdı. SıfTîn harbi başladı ise de, iki tarafın hakemleri hazret-i Mu’âviyeyi halîfe yapdı. Eshâb-ı kirâmm çoğu ve Müslimânların çoğu buna uydu. Niy-yeti bozuk olan fitneciler (Harûrâ) denilen yerde toplandı. Hazret-i Alî, bunların üzerine yürüyüp, bu (Haricî) leri öldürdü. Kurtulanlarından [Abdürrahman ibni Mülcim isminde] biri, hazret-i Alîyi, sabâh nemâzına giderken şehîd eyledi.

İslâm âlimlerine göre, Hazret-i Osmânın şehîd edilmesinde, hazret-i Alînin bir ilişiği yokdur. Bunu kendisi de çeşidli hutbelerinde söylemişdir. İmâm-ı Nevevî buyuruyor ki, (Hazret-i Osmân, hak halîfe idi. Zulm olunarak şehîd edildi. Fâsıklar tarafından şehîd edildi. Bu zulme hiçbir Sahâbî kanş-mamışdır. Alçaklar, Mısrdan geldi. Medînedeki Sahâbîler bunlara karşı koyamadı. Hazret-i Alînin hilâfeti de, sözbirliği ile sahîhdir. O hayâtda iken başka bir halîfe yokdur. Hazret-i Mu’âviye de âdildir, üstündür. Eshâb-ı kirâmdandır. Aradaki savaşlar, şübhe üzerine oldu. Taraflardan herbiri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişdi. Bu harbier, hiçbirinin adâletden düşmesine sebeb olmamışdır. İctihâdda ayrıldılar. Bunların hâli, mezheb imâmlarınm ayrılmaları gibidir. Bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeğe sebeb olmamışdır). Bu muhârebeler zemanında, Eshâb-ı kirâmm ictihâdları üç dürlü oldu: kısm, hazret-i Alînin hilâfetini haklı gördü. Karşı tarafı bâğî bildi. Bunlara, bâğîlerle harb etmek vâcib oldu. İkinci kısm, karşı tarafı haklı gördü. Hazret-i Alîyi bütün Müslimânlar seçmedi. Medîne ehâlîsi de zor ile, korku ile kabûl etdi. Kûfeli-1er ise, ictihâd ile değil, kötü maksad ile katıldı dediler. Üçüncü kısm, bir tarafı tercîh edemedi. Bunların harbe karışmamaları vâcib oldu. Çünki, bâğî olmıyan müslimân ile harb etmek halâl değildir.

Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri (Gunye) kitâbmda diyor ki, (îmâm-ı Ahmed bin Hanbel, hazret-i Talhanın ve Zübeyrin ve hazret-i Âişenin ve hazret-i Mu’âviyenin «radıyallahü anhüm» muhârebelerini konuşmamalıdır. Çünki, Allahüteâlâ, kıyâmet günü Eshâb-ı kirâm arasmda hiçbir geçimsizlik bulun-mıyacağını, Cennetde karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bil-dirmekdedir dedi. Hazret-i Alî, bu muhârebelerde hak üzere idi. Çünki, kendinin salıîh halîfe seçÜdiğine inanıyordu.Zübeyr «radıyallahü anhüm» ise, şehîd edilen halîfenin kâtille-rine kısâs yapılmasını istiyorlardı. Kâtillerin hepsi, hazret-i Alînin askeri içinde idi. Müslimânların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini Allahü teâlâya bırakmaları lâzımdır).

Hadîs-i şerîfde (Ammâr bir Yâseri bâğîler şehîd edecekdir. Onları Cennete çağırır. Onlar ise, onu Cehenneme çağırmakda-dır) buyuruldu. Hadîs-i şerîfden bu fakîr [ya’nî Şâh Veliyyul-lah Ahmed Sâhib Dehlevî] şöyle anlıyorum ki, (Hazret-i Alî «radıyallahü anh», zemanının en üstünü idi. En üstün olan halîfe seçilirse, islâmiyyet dahâ iyi yürütülür. Başkası halîfe olursa, islâmiyyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. Birincisinde millet Cennete, İkincisinde Cehenneme sürüklenir. Ammâr bin Yâser birincisini istiyordu. Hadîs-i şerîfi böyle anlamak, liazret-i Alînin şerefini artdırmakda, karşı tarafdakileri de ma’-zûr göstermekdedir). Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sel-lem» (Müetehid ba’zan doğruyu bulur. Ba’zan da yanılır) buyurdu. Eshâb-ı kirâmm büyüklerinden Sa’d bin Ebî Vak-kâs ve Abdüllah bin Ömer ve Üsâme bin Zeyd ve Ebû Mûsel Eş’arî ve Ebû Mes’ûd ve dahâ birçok Sahâbî bu muhârebelere katılmadı. Bunlar, (Fitne zemanında oturunuz!), ya’nî fitneye karışmayınız hadîs-i şerifine uydular. Fekat bunların hepsi, hazret-i Alîyi çok sever ve çok överlerdi ve hilâfete lâyık olduğunu söylerlerdi. Ba’zısmm sözleri, onun hilâfete hakkı olmadığını değil, halîfe seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermekdedir.
Tenbîh: Çok kimseler sanıyor ki, Eshâb-ı kirâmdan bu muhârebeye katılmıyanlar, (Müslimânlaria harb etmeyiniz!) emrine uymuşlardır. Hâlbuki bu emr, hükümete karşı harb etmeyiniz demekdir. Harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükümete yardım etmemek, fitne, fesâd çıkmasına sebeb olur. Fesâdı önlememiz emr olundu dediler. Bu fakirin anladığına göre, fesâdı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. Bunun için, şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halîte ile birlikde harb etmemeli ve böyle halîfeye karşı gelmemelidir.


İslâmiyyetin yayılması, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerifleri yaymakla olur. Peygamberimiz, bunun için, Eshâb-ı kirâm arasında ba’zılarınm Kur’ân hâfızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. Bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. Bunları sözlerinden tanıyamı-yanlar, bu sûretle tanıdılar. Eshâb-ı kirâmın âlimlerinden hepsi, bu üstünlükde ortakdırlar.

Mekkenin fethinden önce, Allah yolunda mal verenlerin ve cihâd edenlerin dahâ üstün olduklarını Kur’ân-ı kerîm bildiriyor. Eshâb-ı kirâm, bu âyet-i kerîmenin Ebû Bekr-i Sıddîk için geldiğini bildiriyor. Çünki, herkesden önce mal veren ve cihâd eden o idi. Bu vazifeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlıyanlardan veyâ önce başladı ise de, şehîd olarak uzun zeman yapmak nasîb olmıyanlardan dahâ üstün oldu.

Bir hadîs-i şerîfde, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere uyunuz!) buyuruldu. Uyulacak kimsenin âlim olması lâzımdır. Hazret-i Ömer, bir süâl sorulunca, Eshâb-ı kirâmın âlimlerini toplar. Sözbirliği sağlardı. Hazret-ı Alî zemanında böyle olmadı. O «radıyallahü anh», keskin zekâsı, derin bilgisi ile hemen cevâb verirdi. Hatîb ve edîb olduğu için, sözlerini yanlış anlıyanlar da olurdu. Hattâ, hazret-i Osmânın şehâdeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. Fıkhda, Müt’a nikâhının harâm olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok mes’eleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlıyanlar çok oldu. Âlimler arasında ayrılıklara sebeb oldu. Hazret-i Öme-rin, sözbirliği yaparak verdiği cevâblar ise, iyi anlaşıldı. Dört mezheb bilgilerine esâs oldu. Meselâ, (Kur’a çekmek), hakları müsâvî kimseler arasından birini seçmek için yapılır. Birisini haklı göstermek için yapılmaz sözünü hazret-i Ömer söylemişdir.

İmâm-ı Alînin sözlerini (Ehl-i sünnet) ve (İmâmiyye) ve (Zeydiyye) fırkaları incelemişdir. Herbiri başka dürlü anlamış-dır. Zeydiyye ile îmâmiyye, evliyâlığı inkâr etdi. Şeyhayn zemanında, müslimânlar arasında ayrılık olmadı. Hep bir-likde kâfirlerle cihâd etdiler. Hazret-i Alî zemanında ayrılıklar olunca, kâfirlerle döğüşme^ bırakıp birbirlerini kırmağa başladılar. Hazret-i Alî, fitneyi önliyemedi. Hattâ, hilâfeti de elinden kaçırdı.
Süâl: İlk iki halîfe zemanında Eshâb-ı kirâm çokdu. Halîfeye yardımcı oldular. Hazret-i Alî zemanında, Eshâb-ı kirâm azaldı. Çeşidli memleketlerde yeni îmân eden câhiller, sapık kimseler fitne çıkardı. Bu fitneleri ilk iki halîfe de önliye-mczdi. Bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu?
Cevâb: Allahü teâlânın feyzleri, ni’metleri, fark gözet-meksiziii herkese gelmekdedir. Fekat, Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, feyzlerini, ni’metlerini bir sebeble, bir kimse ile ğönderir. Bu sebebin, o ni’mete vâsıta olabilmesi lâzımdır, iyiliğe sebeb olanın iyi olduğu, felâkete, azâba sebeb olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. îlk halîfe zemanında, câhil ve sapık, bozuk kimseler yokdur demek doğru değildir. Resûlul-lah «sallallahü aleyhi vc selicm» vefât eder etmez, Arabistan halkının çoğu irtidâd etdi. Eshâb-ı kirâmdan kendilerine vazîfe ile gelmiş olanları şehîd etdiler. İki halîfenin tedbîr ve gayretleri, büyük bir felâketi önledi. Aklı olan kimse, bu hâdiselere tesâdüf diyemez. Takdîr-i İlâhî böyle imiş diyerek, hizmetleri inkâra kalkışmak da, Emr-i ma’rûfü ve Nehy-i münkeri inkâr etmek olur. Hazret-i Alînin üstünlüğünü inkâr etmeğe de yol açar.

Süâl: Hazret-i Alînin müslimânlarla harb etmesi, hakkı savunmak idi. Bâtılı yok etmek için idi. Bunun için, bu harb-leri de cihâd sayılmaz mı?

Cevâb: Hazret-i Alînin, hak için, iyilik için uğraşdığı ortadadır. Bunun için ona bir leke sürülemez. Fekat, bu savaşları Resûlullahın emri ile yapdı demek doğru değildir. Çünki, onun fitneleri basdırması takdîr edilmiş olsaydı, Resû-lullah «sallallahü aleyhi ve sellem» ona emr ederdi. O da, bu hayrlı işe sebeb olurdu.

Bilindiği gibi, Şâmın ve Irâkın feth olunacağını haber vermişdi. Bunun için, iki halîfenin bu çalışmaları meyveli oldu. Bu fesâdlar ise, kaldırılamadı. Hattâ, hazret-i Alînin, söndürmek için aldığı tedbîrler, fitneyi dahâ da körükledi. Allahü teâlâdan Resûlüne va’d edilmiş olmadığı anlaşılmak-dadır. Hazret-i Alînin hâricîlerle harb etmesi, öyle değildir. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», bu muhârebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişdi.
buyurdu. Aklı ve insâfı olan kimse, akrabâlık bakımından olan övmek ile, dînde üstünlük ve hilâfete liyâkat bakımından olan övmeği birbirine karışdırmaz. (Ben ondanım. O da ben-dendir) sözü akrabâlık bakımındandır. Akrabâlık hakkını yerine getirmekdir. (Fadl-i küllî)yi, ya’nî her bakımdan üstün olmağı bildirmez. Çünki, bu sözler, hazret-i Alî ve hazret-i Fâtıma için söylenildiği gibi, hazret-i Abbâs için de söylendi. Hattâ, Ebû Lehebin kızı olan Dürre için de söylendi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin kitâbında Dürre diyor ki, (Âişenin odasında idim^ Resûlullah geldi. (Abdest alacağım su getirin!) buyurdu. Âişe ile leğen ve ibrik getirdik. Abdest aldı. Bana dönüp, (Sen bendensin. Ben de şendenim!) buyurdu). Bu sözün, akrabâlık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmakdadır.

Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», çok kimse için (seviyorum) buyurdu. Hâle, vakte ve o kimseye göre, bu sö7c başka başka ma’nâlar verilmişdir. Zâten sevmek çeşid çeşıd olur. Zevceyi, evlâdı, arkadaşı, üstâdı sevmek birbirine benzemez. İnsan birini sever. Başka bakımdan, diğer birini dahâ çok sevebilir.^ Bunun içindir ki, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», (Aişeyi çok seviyorum) buyurdu. Başka bir yerde (Üsâmeyi çok seviyorum) dedi. Üçüncü bir yerde (Ebû Bekri çok seviyorum) dedi. Dördüncü bir yerde de (Alîyi çok seviyorum) buyurdu. Bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydandadır.

Bir kimsenin başkasından dahâ üstün olması, aynı üstünlüğün onda dahâ çok bulunması demekdir. Bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. Birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. Meselâ cesâretin bir kısmı, pehlivânın, [sporcunun] cesâreti-dir. Bir kısmı da. hükümet reisinin cesâretidir. Melikin cesâreti, pehlivânın cesâretinden elbet dahâ kıymetlidir. îlm sıfatının kolları çokdur. Süâli iyi anlamak, bunu başka mes'-ele ile karışdırmamak bunlardan bir parçadır. Zühd de iki kısmdır: Evliyânın zühdü, harâmlardan sakınmakdır. Peygamberlerin zühdü ise, islâmiyyeti yaymakdan başka birşey düşünmemekdir.

Şeyhayn zemanmda fıkh bilgilerine uymakda ve ihsan ve tarikat denilen ma’rifetleri almakda müslimânlar birlik hâlinde idi. Kusûru olanları halife cezâlandınrdı. Hâlbuki, kendileri gibi onların çoğu da, Resûlullahın sohbetinde bulunmuşlardı. Sa’d ibni Ebi Vakkâs evinin kapısını acemler gibi yapdırınca, hazret-i Ömer yıkdırdı. Hâlid bin Velîd gibi ünlü bir kumandanı azl eyledi. Mısr vâlisi Amr ibni Âsi payladı. Hazret-i Alî zemanmda, halîfeyi kabûl etmekde bile ayrılıklar oldu. Hazret-i Osmânın kâtillerine kısâs yapmakdaki ve halifelik için hazret-i Mu’âviyenin hakem talebini kabûl etmesindeki fikrlerini müslimânların çoğuna kabûl etdiremedi. Şeyhaynın sohbetinde bulunanlar, Sahâbî olmasalar bile, islâ-miyyete uyar, kalblerini temizlerlerdi. Hazret-i Alînin yanında bulunanlann çoğu ise, asker idi. Kalbleri bozukdu. Kendisini bile sevmiyenler vardı. Halîfe minberde bunlardan şikâyet ederdi. Hazret-i Hasene cefâ edenler ve hazret-i Hüseyni vahşîce şehîd edenler, hep Küfe ehâlîsinden oldu. Halîfeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yapdı. Hazret-i Alî, bunlardan da şikâyet ederdi.

Süâl: Hazret-i Alînin rûhâniyyeti çokdu. Melek gibi idi. Onun için insanlarla anlaşamadı. Şeyhayn ise, herkes gibi insandı. Benzerleri ile kolay anlaşdıİar. Resûlullaha akrâba-ları bile inanmadı. Bu kusûr, Resûlullaha değil, inanmıyan-lara âid oldu?

Cevâb: Ehl-i sünnet âlimlerine göre, hazret-i Alî «radıyal-lahü anh» için hiçbir kusûr söylemek câiz değildir. Biz bu kitâbda, Ehl-i sünnete uyarak, kusûr değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. Allahü teâlâ, Habîbine «sallallahü aleyhi ve sellem» münâfıklarla müdârât etmesini, câhillere ince mes’-eleleri anlatmamasmı, herkesin hâline uygun davranmasını emr eyledi. Böylece, onları terbiye etmek, feyz vermek kolay oldu. Allahü teâlâ, zâten bunun için. Peygamberleri «aleyhi-müsselâm» insan olarak gönderdi. Melek olarak göndermedi. Halîfeler içinde de böyle olan, elbet dahâ üstün olur. İslâmiyyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. Her ne şeklde olursa olsun, böyle yapmağa *mâni’ olan şeyler, hattâ şiddet, vera’, edebiyyât, halkdan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile, halîfenin derecesini azaltır. Hayr ve hasenât yapanların kazandığı sevâblar, bunların üstâdlarma da ve sebeb olanlara da verilir. Bu bakımdan da Şeyhaynm hazret-i Alîden üstün olması lâzım gelmekdedir.

Kitâbın başından buraya kadar, Şeyhaynın dahâ üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. Şimdi muhâlifle-rin şübhelerini gidermeğe çalışalım. Burada İmâmiyye ve Zey-diyye fırkalarına cevâb verecek değiliz. Onlara âyet-i kerîme ile hadîs-i şerifler ile değil, başka dürlü cevâb verilir. Bu mes’elede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, üç kısmdır. Kelâm ilmi ile ulaşanları, Nasîr-i Tûsînin sözleri şaşırtmışdır.
Şî’î âlimlerinden Nasîr-üddîn-i Tûsî, (Tecrîd) kitâbında, hazret-i Alînin Şeyhayndan dahâ üstün olduğunu bildiriyor. Cihâdlarda yapdığı kahramanlıkları ve Resûlullahın hizmetinde çekdi^ sıkıntıları yazıyor. Bedr, Uhud, Ahzâb [ya’nî Hendek] ve Hayber ve Huneyn gazâlarındaki hizmetlerini, başka hiçbir Sahâbî yapmamışdır diyor. (Âlimlerin ilmleri ondan gelmekdedir. Böyle oldu^nu kendi de haber vermişdir. (Mubâhelc) âyetinde (Ve enfüsenâ) buyuruldu ki, bu onun şânmı bildirmekdedir. Çok cömerd idi. Resûlullahdan sonra, insanların en zâhidi idi. îbâdeti ençok olanı idi. En âlimi, en şereflisi idi. İlk îmân eden odur. En fasîh konuşan o idi. Re’yi, keşfi en doğru olan, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan, Kur’ân-ı kerîmi en iyi ezberliyen o idi. Gayb-dan haber verirdi. Düâlan kabûl olurdu. Çok kerâmetleri görüldü. Resûlullahın yakın akrabâsı ve âhıret kardeşi idi. Onu sevmek, ona yardım etmek her müslimâna vâcib oldu. Peygamberlere müsâvî olduğu bildirildi. Kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu gösteriyor. Mûsâ yanında Hârun gibi idi. Halîfe olacağı, (Gadir) denilen yerdeki hadîs-i şerifle bildirildi. Küfr üzere bir ân yaşamadı. İslâma çok hizmet etdi. Rûhu da, bedeni de kâmil idi) diyor.
Cevâb: (Fadl-i cüz'î), ya’nî birkaç şeyde üstün olmak ile, (Fadl-i küllî), ya’nî her şeyde üstün olmak başkadır. İnsanı Peygambere benzeten çeşidli sıfatlar vardır. Bunları birbirine karışdırmamalıdır. Millete reîs olmak. Peygambere halîfe olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lâzımdır.
Allahü teâlâ, (Mâide) sûresinin dördüncü âyetinde, (Bugün, dîninizi kemâle getirdim. Size ni’metimi temâmladım) buyurdu. Bunun için, din ve millet işlerinde. Peygamberden başkasına bakılmaz. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ihsan etdiği ni’metlerin çoğunu hayâtda iken vermiş, bir kısm.ım dti.

Hazret-i Alînin, kendi üstünlüklerini söylemesi câizdir. Büyük bir zâtın, iyi niyyetle, başkalarının kendinden feyz alabilmeleri için, üstünlüklerini bildirmesi câizdir. Hazret-i Alî, hutbede, (Kur’ân-ı kerîmden dilediğinizi bana sorunuz! Vallahi her bir âyetin, gece mi gündüz mü geldiğini ve ovada mı, dağda mı indiğini bilirim) buyurdu. Şeyhaynın tevâzu’u pek-çokdu. Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk «radıyallahü anh», dalda bir kuş görünce, (Ne mutlu sana ey kuş! Dilediğin dala konarsın. Dilediğin meyveleri yirsin. Kıyâmet günü hesâba çekilmez, azâb görmezsin. Keşki, senin gibi bir kuş olsaydım) dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin de, bir avuç toprak olmak için söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Allahü teâlâya yakın Evliyâ-nın hâlleri birbirine uymaz. Kimi övünmüş, kimi yok olmak istemişdir. îsâ aleyhisselâm inbisât hâlinde, neş’eli idi. Yahyâ aleyhisselâm ise, çok zeman korku içinde, üzüntülü idi. Hazret-i Ebû Bekre (Ey Allahın halîfesi!) dediler. (Ben Resûlul-lahın halîfesiyim ve buna râzıyım) dedi.seo sizin icin hazırladı ve sundu.



seo, seo calısması,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder