Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

seo calısması,ndan islam bilgileri11

 seo calısması


seo calısması,ndan islam bilgileri11 bugün seo calısması sizin icin islam bilgilerini sizlre sunuyor ve seo calısması elinden gelen gayreti gösteriyor evet seo calısması sizin hazırlamıs oldugu yazılarını size sunarken cok calısıyor seo calısması diyorki Cezbe, sülûkden önce olduğu zemanlarda yapdıklan gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdınlır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.
Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakir, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasihat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zeman üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini ueğişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakire bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun,bu fakır afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek olmamalıdır. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz «kuddise sirruhül’azîz» burada bulunanların gözü önünde bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer orada bulunanları yetişdir-mek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz.
Ba mektûb, molla hâcı Muhammed Lâhoriye yazdmışdır. Dünyâyı seven ve Unri, dünyâyı kazanmağa hare eden kötü Um adamlanmn zararını bildirmekde ve dünyâya düşkün olmayan âlimleri medh etmekdedin

Âlimlerin dünyâyı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzle-nne siyâh leke gibidir. Böyle olan ilm adamlarınm, insanlara fâidesi olur ise de, kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, islâmiyyeti yaymak şerefi, bunlara âid ise de, ba*zan kâfir ve fâsık da, bu işi yapar. Nitekim, Peygamberlerin efendisi «aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslimât>» kötü kimselerin de, dîni kuvvetlendireceğini haber vermiş ve (AUahü teâlâ bu dini, fâcir kimselerle de, elbette kuvvetlendirir) bujmrmuşdur. Bunlar, çakmak taşına benzer. Çakmak taşında enerji yardır, insanlar bu taşdaki kudretden ateş yapar, istifâde eder. Taşın 1^, hiç istifâdesi olmaz. Bunlann da ümlerinden kendilerine fâide olmaz. Hattâ, bu ilmleri, kendilerine zararlıdır. Çünki, kıyâmet günü, bilmiyorduk, günâh olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. Hadîs-i şerifde buyuruldu ki,(Kıyâmet gününde, en şiddetü azâb görecek kimse, AUahü teâlânm kendi ilminden, kendisini fâideiendirme-digi âbmdir). AUahü teâlânm kıymet verdiği ve herşeyin en şereflisi olan ümi, mal, mevki’ kapmağa ve başa geçmeğe vesîle edenlere, bu ılm zararlı olmaz mı? Hâlbuki, dünyâya düşkün olmak, AUahü teâlânm hiç sevmediği bireydir. O hâlde. AUahü teâlânm kıymet verdiği ilmi. Onun sevmediği yolda hare etmek, çok çirkin bir işdir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demekdir. Açıkçası, AUahü teâlâya karşı durmak demekdir. Ders vermek, va z etmek ve dînî yazı, kitâb, mecmû’a çıkarmak, ancak, Allah rızâsı için olduğu vakt ve mevki’, mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zeman fâideli olur. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de, dünyâya düşkün olmamakdır. Bu belâya düşmüş, dünyâyı seven din adamları, hakîkatda dünyâ adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır, insanların en alçağı bunlardır. Din, îmân hırsızlan bunlardır. Halbuki bunlar, kendilerini din adamı, âhiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. Sûre-i Mücâdelede, bunlar için/Onlar, kendilerini müslimân sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytân onlara musaUat olmuşdur.Ebedî se’âdeti bırakıp sonsuz azaba atıldı) buyuruyor. Büyüklerden biri şeytânı boş oturuyor, ınsanlan aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytân cevâb olarak,(Zemanm dm adamı geçinen, kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmakda, bana o kadar yardım ediyor ki, bu mühim işi yapmama luzum kalmıyor) demişdir. Doğrusu zemanımızda islâmiyyetin emrlennı yapmakdakı gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep dm ada in ı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adam arın bozuk niyyetlerinden dolayıdır. [Din adamları üç kısımdır: Ak sahibi Um sâhibi, din sâhibi. Bu üç sıfatı da birlıkde taşıyan dm adamına (Dm âlimi) denir. Bir sıfatı noksân olursa, onun sözüne güvem mez. İlm sâhibî olmak için, akl ve naki ilmlerinde mütehassıs olmak lazımdır.Dünyâya gönül kapdırmıyan, mal, mevki’, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsmda olmıyan din âlimleri, âhiret adamlarıdır. Peygamberlerin «aleyhimüsselâm» vârisleri, vekilleridir, insanların en iyisi bunlardır. Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahu teala için cânmı veren şehîdlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, daha ağır gelecekdir. (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) hadîs-i şerifinde medh edilen, bunlardır. Ahıretdeki sonsuz ni’metlerin güzelliğini anlıyan, dünyanın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, âhıretin ebedî, dünyanın ise fânî, geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, bâkî olana, hiç bozul-mıyan ve bitmiyen güzelliklere sarılmışlardır. Ahıretm büyüklüğünü anhyabilmek, AUahü teâlânm sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. Âhıretin büyüklüğünü anlıyan da, dünyâya hiç kıymet vermez. Çünki, dünyâ ile âhiret birbirinin zıddıdır. Birini sevindirirsen öteki incinir. Dünyâya kıymet veren âhıreti gücendirir. Dünyâyı beğenmı-yen de, âhırete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet yermek veyâ her ikisini aşağılamak olamaz. İki z:d şey bir araya getirilemez. [Âteş ile su bir arada bulundurulamaz].

Tesavvuf büyüklerinden ba’zısı, kendilerini ve dünyâyı temâ-men unutduktan sonra, birçok sebebler, fâideler için, dünyâ adamı şeklinde görünürler. Dünyâyı seviyor, istiyorlar sanılır. Hâlbuki, içlerinde hiç dünyâ sevgisi, arzûsu yokdur. Sûre-i nûrda bildirdiği gibi, (Bunların ticâretleri, alış-verişleri, AUahü teâlâyı hâtırlamalarına hiç mâni’ olmaz). Dünyâya bağlı görünürler. Hâlbuki, hiç bağlılıkları yokdur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhâri «kuddise sirruh» buyuruyor ki, (Mekke-i mükerremede Minâ pazarında, genç bir tacir, aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış-veriş yapıyordu.Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakir bunun için bileduraklamışdım. Zarûret olduğu için yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazifesidir. Hele zarûret olunca hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazifesi de, onların yaşadığı zemanda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hallerini sormak hıyânet olur.

Süâl; Sığınağımız, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’ni artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmil-i sınâ'at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’ni san’atların ilerlemesi, fikrlerin düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddin-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemanında yok idi «kaddesallâhü sirrehümâ». Her zeman da böyle olmuşdur. Bundan başka yüksek hocamız Bâki-billah hazretleri, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olmamış biliyordu. Eğer dahâ yaşasaydı, Allahü teâlânın irâdesi ile bu nisbeti kim bilir nereye kadar yükseltecekdi. Bunun yükseltilmemesi için uğraşmak doğru değildir. Fakır, bu nisbetin değişmeden nasıl kalacağını bilemiyorum. Sizdeki nisbet bile başkadır. Onların nisbetine hiç benzememekdedir. Bu sözümüz, onların yüksek huzûrunda çok söylenmişdi. Şeyh İlâhdâd fakiri, nisbetin ne olduğunu nereden bilmekdedir. Kalbinde bir parça huzûr vardır. Ne hâlde olduğuna başkaları da bilmekdedir. O nisbeti kendisine veren kimdir? Bunları ona bildiriniz. Böylece bu fakir de kendisine yardımda bulunayım. Rü’yâlara güvenmeyiniz! Çünki, çoğu hayâl ile görülmekdedir, doğru olmazlar. Şeytân, kuvvetli düşmandır. Onun aldatmasından kurtulmak güçdür. Ancak, Allahü teâlânın koruduğu seçilmiş kimseler kurtulur.

Süâl: Kazanılmış olan nisbetlerin geri alınmasını soruyorsunuz?

Cevâb: Efendim! O nisbeti geri almakda rehberin ihtiyârı, irâdesi olmaz. Birlikde iken de söylemişdim. Nisbetiniz şimdi de öyledir, yok olmamışdır. Yok oldu sanmak doğru değildir. Kalbden işitdiği-niz sesin de, bununla bir ilişiği yokdur. Ateşin külü soğuyunca ve içinde ateş kalmayınca da, üzerine su dökülürse ateşe dökmüş gibi ses çıkarır. Sesi duyunca, külün içinde, ateş kalmışdır demek doğru olmaz. Yine söylüyorum, rü’yâlara kıymet vermeyiniz! Nisbetiniz, bugün sizden gizli ise, yann inşâallahü teâlâ belli olacakdır.

Bu mektûby molla hacı Muhammed Lâhoriye yazılmışdu'. Âlem-i emrdeki beş cevheri uzun ve açık bildirmekdedir:

İki cihân se’âdetine kavuşmak, ancak, dünyâ ve âhıretin en yükseğine uymakla ele geçebilir «aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ». Felesoflar, islâmiyyetin sâhi-bine «aleyhissalâtü vesselâm» uymadıkları, gözlerini ona uymak sürmesi ile parlatmadıkları için, âlem-i emrden haberleri bile yokdur. Nerede kaldı ki, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına erişebilsinler. Onların kısa görüşleri, ancak âlem-i halka yetişebiliyor. Bunu bile iyi göremiyorlar.

[Allahü teâlânın yaratdığı şeylerin hepsine birden (Âlem) denir. Çünki, herşey Onun varlığını ve sıfatlarını gösteren, birer alâmetdir, işâretdir. Alem ikiye ayrılır: 1- (Âlem-i halk). Madde ve ölçü bulunan şeylerdir. Arşın içinde bulunan herşey, canlılar, yer, gökler. Cennet, Cehennem, melekler, hep âlem-i halkdır. Bu âleme (Âlem-i şehâdet) ve (Âlem-i mülk) de denir. Halk, ölçmek de demekdir. 2— (Âlem-i emr). Ol emri ile, bir ânda yaratılan. Arşın dışındaki şeylerdir ki, rnaddesiz, zemansız, ölçüsüzdürler. Bu âleme (Âlem-i melekût) ve (Âlem-i ervah) da denir].

Beş cevher dedikleri şeyin hepsi, âlem-i halkdandır.
Cevher), felsefe dilinde, mâhiyyet, asi, öz demekdir. Kendi kendine bulunan şeydir. Bugünkü anlayışımızla madde, bir cevherdir. (Araz), sıfat demekdir. Araz, cevher üzerinde bulunur. Yalnız başına bulunmaz. Çok sayıda kitâblan bulunan, büyük İslâm âlimi, seyyid şerif Alî bin Muhammed Cürcânî (Ta’rîfât) kitâbında buyuruyor ki, (Felsefecilere göre, beş cevher: Heyûlâ, suret, cism, nefs ve akldır. Çünki var olan şey, yâ maddedir veyâ madde değildir. Ya’nî, mücerreddir. Ya’nî, bir maddeye yer olmaz ve kendisi başka bir maddeye yerleşmez. Mücerred olan cevher, akl ve nefsdir. Mücerred olmıyan, madde dedikleri cevher, mürekkeb [bileşik] ise, cism denir. Mürekkeb değilse, başka cevhere yerleşmiş ise sûret denir. Başka cevhere mahal olmuş ise heyûlâ denir)].

Nefse ve akla mücerredâtdandır, demeleri, bunları tanımadıkları içindir. Nefs veyâ nefs-i nâtıka dedikleri cevher, nefs-i emmâredir. Nefs-i emmâreyi temizlemek lâzımdır. Çünki, hep kötülük, aşağılık ister. Bunun âlem-i emrde ne işi var. Mücerred olmak nesine gerek. Akl da, ancak his uzvları ile anlaşılan şeyleri ölçebilir.
Dinleyenler yanlış anlar. Sûre-i İsrâ, seksenbeşinci [85] âyetinde (Sîzlere, Umden pekaz verildi) diye bildirilen ilm ile şereflenen, râsih âlimler, perde arkasını seyr etmekdedirler. Mısra’:

Ni’met sâhiblerine ni’metler aflyet olsun.

Fârisî beyt tercemesi:

Perde ardındaki esrârı açmak, uygun değildir, yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yokdur.

Mukaddes cevherlerin birincisi, Allahü teâlânın izâfî sıfatların-dandır. Bu sıfatlar, vücûb ile imkân arasında geçit gibidir. [(Vücûb), Allahü teâlânın ve sekiz hakîkî, sıfatının mertebesidir. (İmkân) da mahlûkların mertebesidir.] İkinci cevher, hakîkî sıfatlardır. İzâfi sıfatlar, kalbe, hakîkî sıfatlar, rûha tecellî eder. Hakîkî sıfatların üstünde bulunan üç cevher, Zât-i İlâhî mertebesindedir. Bu üç mertebenin tecellîlerine, (Tecelliyât-i Zâtiyye) derler. Bundan fazla yazmak fâi-deli olmaz. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kalem buraya gelince ucu kmldı.

Allahü teâlâ size ve hidâyete kavuşanlara ve Muhammed Musta-fâya «aleyhisselâm» tâbi’ olanlara selâmet versin!

Bu mektûb, meyan hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Allahü teâlânın zâtını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, berâber olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, insanların seyyidi «aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vet-teslîmât» hürmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temiz-lemekdir.[ (Seyr), gitmek, (Sülük), bir yola mesleğe girmekdir.] Böy-lece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya’nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni’metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı İlâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı İlâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musibetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur.Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirlerJ.Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâb ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur. Yalancı ma’bûdlardan kurtuluş makâmı burasıdır. Kelime-i tevhidin ma’nâsı, ancak burada hâsıl olur. İsmler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız 2^t-ı İlâhîyi sevmedikçe, bu ni’metler, hiç ele geçemez. Böyle sevgi olmadıkça, tâm Fenâ nasîb olmaz. [Anası çocuğu nekadar söğse, döğse, çocuk yine döner, anasına sarılır. İnsan da, Rabbine karşı böyle olmalıdır]. Fârisî beytler tercemesi
Bu mektûb, hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. İslâmiyyet, dünyâ ve âhıretin bütün se’âdetlerini taşımakdadır. İslâmiyyet dışında ele geçen hiçbir se’âdet yokdur. Tarikat ve hakikat, islâmiyyetin yardımcıları olduğunu bildirmekdedir:

Allahü teâlâ, hepimize, Muhammed Mustafâ «sallallahü aleyhi ve sellem» efendimizin dîninin hakikatini bildirsin ve bu hakîkata kavuşdursun! Amîn.

İslâmiyyet üç kısımdır: İlm ve amel ve ihlâs [yânî islâmiyyetin bildirdiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve herşeyi yalnız, Allahü teâlâ için yapmakdır]. Bu üçüne kavuşmıyan kimse, islâmiyyete kavuşmuş olmaz. Bir kimse, islâmiyyete kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de, bütün dünyâ ve âhıret se’âdetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, Imrân sûresi onbeşinci ve sûre-i Tevbenin yetmişüçüncü âyetleri bildirmekdedir.
seo calısması sizin icin hazırladı ve sundu.






seo calısması

seo

seo fiyatları

seo uzmanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder