Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

ikinci el telefon ve islam bilgileri77

ikinci el telefon


ikinci el telefon ve islam bilgileri77 sizlere en güzel bilgileri yazan ikinci el telefon sizlere ikinci el telefon diyorki 3-Kiralama/İcâre: Bunda mülkiyeti kuruma ait bir araç, makine kiraya verilir. Bu da iki şekilde olabilir; a- Sâdece kiralama, b alma; Kişi burada belli bir süre için kiracı konumundadır ve süre onu satın almayı vâdetmiştir. Bunlara elbet gelişmelere veya izne göj daha yenilerini eklemek mümkün olur. Bu çerçevede onlar sarf (do,.-lemleri yapabilirler, şirketler kısmında görüleceği üzere aslı mudareb nan “Girişimcilik (: risk) serma\,;esi ortaklığı" oluşturabilir vs. Bütün işlemlerde sermaye teminiyle birlikte karşılıklı kâr sağlama vardır. Bell; de olsa doğrudan “karz-ı hasen"e yönelik -nazariyede bile olsa- bir^j'*^' kullandırılması olup olmadığını bilemiyorum.
Bu işlemlerin önemli bir kısmı, gelir ve kârı şahsî olmayıp vabf^ sinde kalsa bile Para Vakıfları için de söz konusudur. Her iki tarafta da zaman veya belli bir işlem çeşidinde faiz yönü itibariyle en azından özdçf dışına çıkmalar söz konusu olabilir. Riba/faize seçenek olarak ortaya gibi kurumların ona bulaşmasının fetva vicdanlarını rahatsız edeceği aç Faiz yasağının özüyle bağdaşmayan göstermelik şeklî yollar devreye sokulu sa bu, uzun vâdede ilgili kurumlan gözden düşürür. Murabaha usûlündt nemsel olarak alınacak bedel faiz nisbetinde veya onu aşan bir miktarda c bu da onları ortaya çıkış gâyeleri açısından, en azından zihinlerde sorgı hale getirir. Bu kuruluşlar kendilerinden önce, faizden uzak durmak is teşbbüsleri büyütme yolunu seçmelidirler. Müteşebbisler için burada f; daha iyi bir imkân olma özelliği kaybedilmemeli ve diğer deyişle «karz-ı » olma ruhuyla ters düşülmemelidir. Bu kuruluşların oluşturduğu ortaklı! müşarekelerde de yine bu ruh hakim olmalıdır. Yabancılar bu tür murab kendilerininkinden bir farkı olmadığı kanaatine varırlarsa onlar da elk içlerinde böylesi bölümler veya müstakil bir kuruluş açmaya yönelirle tekim yönelmişlerdir de. Konumuz itibariyle söylersek bizi ilgilendire kimin kurduğu değil, fıkha uygunluğudur. Eğer faizli kredi faizsiz oland ucuza geliyorsa burada faiz yasağının hikmetlerini insanlara anlatme kün olmaz. Söz konusu bu kuruluşlar iktisadî-malî hayata, kendi çıkış! doğrultusunda daima yeni usuller de bularak, katkıda bulunmakla k< mükellef görmelidirler. İlgili bilim adamlarının görevi de gerektiği ye rılar yapmak ve de farklı bir seçenek sundukları için onları daim des olmalıdır.
lU- CEHBEZ: BANKER SARRAFLAR Vc CEHBEZ DÎVANININ SERMAYE HAREKETLERİNDEKİ YERİ
Cehbezliğin aslı sarraflığa dayanır. Abbasîler devrinde serbest piyasada çalışan cehbezler sarraflık işlerine ek olarak, kendilerine emanet bırakılan mevduatı muhafaza ve idare de ediyorlardı. Onlar ayrıca bir yerden diğer yere çek (: sakk) ile para gönderiyorlardı. Cehbezler bu tür para havalesi yaptıkları gibi doğrudan takas işlerine de aracılık yaparlardı. Değişik ülke ve şehirlerde faaliyet gösteren cehbezler, aralarındaki anlaşma gereği bu yönde birbirlerinin temsilcisi durumundaydılar. Onların bu işlemler için tanzim ettikleri evrak; çek ve belgelere “süftece” denilmekteydi. Buna göre tüccar, yanında para taşımaz, gittiği ülke veya şehirdeki karşı cehbezden, bulunduğu yerdeki cehbeze yatırmış olduğu para karşılığını tahsil ederdi. Tüccarlar aralarındaki mal takaslarını d< bu şekilde gerçekleştirirlerdi. Onlar kendi mallarını götürmeden mukabil taka konusu malı birbirlerinin ülke veya şehirlerine gidip teslim alır ve sonra da on istediği bir pazara götürüp sunardı. Bu şekilde mallar yerine tüccarlar yer d< ğiştirmiş oluyorlardı. Bu takas işlerine aracılıktan onların belli bir ücret aldıklc görülmektedir. Onların doğrudan çeklerden kazançlarına gelince burada ce bez kendisine yatırılan parayı bir müddet kullanma şansını elde etmiş olurd Geçmişte fakıhler bu işlemler ve onlardan elde edilen malî menfaatların, f açısından hükmünü tartışa dursunlar bu havale ve süftece işlemleri Abbasi ve sonra Selçuklular’çok yaygın hale gelmiş bulunmaktaydı. Hanefîle bunu, akdin aslında şart koşulması veya örf haline gelmiş bulunması durum da harama yakın mekrûh görmelerine karşılık Mâliki ve Şâfiîler onu kesin yc içerisinde düşündüler. Ancak Mâlikîler parayı koruyup emniyet altında tu zamreti olduğunda buna ruhsat verdiler. Onlardan sonra Hanbelîler’de ön kan görüş bunun meşrû olduğudur; İbn Kudâme, İbn Teymiyye ve İbn Ka \el-Cevzi\;\;e-, tek taraflı olmayıp gerek cehbez ve gerek tüccar her iki taraf bunda menfaati bulunduğu gerekçesinden yola çıkarak bunu fıkha uygur müşlerdir. Bilindiği gibi akitlerde, taraflardan birine fazladan bir menfaa lama şartı, Pe\;gamber fs.aj’in ilgili hadisleri çerçevesinde fıkıhça faiz ( görülmektedir^'^. Cehbezlerin aracılık yaparak bundan bir ücret almaları eF ıtartışmanın dışında bir şeydir.
^ Geniş bilgi için bak. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, 301-309 (İstanbul. 1969)
Ticaret ehli parayı bulunca onu kullanmak isteyecektir. Sahabeden b. 'Avvâm (r.) hem bir ticaret ehli ve hem de bir sahabî olarak itimat ^
bir kişidir. Buharı'n'm kaydettiği habere göre insanlar paralarını emanet oj. ona bırakmak isterlerdi de o, ticarî işlerinde kullanmak istediğinden onla, bu paraların kendisine emanet değil de ödünç verilmesini isterdi; çünkü er^ (: vedia) olan nesne fıkha göre ancak korunur o kullanılamazdı. Diğer burada Zübeyr, sahiplerinin aleyhine olarak emaneti kaybetme korkusur dile getirirdi ki bu onun yüksek ahlâkını rahatsız ederdi. Bilindiği gibi İslâ hında “vedia: emânet nesne” kasıt ve kusur olmadan zayi olduğunda on min gerekmezken ödünc’ün her hâl-ü kârda ödenmesi gerekir. Bu sahe ticarî menfaat sağlama arzusunun ötesinde ayrıca veballi bir duruma di istemediği de ortadadır. Burada Buhâri’de anlatıldığına göre Hz. Zübe\) ettiğinde bu şekilde kendisine bırakılmış milyonlarca dirhem veya dinar 1 da üzerinde ödünç bulunmaktaydı ki hepsi de oğlu Abdullah tarafındai mirasından bu alacaklılara ödendiler. O günki İslam coğrafyasının her dan alacaklılar bulunduğundan bu borç tasfiyesi için Abdullah 4 yıllık' tayin etmiş ve o bundan önce mîras taksimine gitmemişti. Gene Buhâri' bitlerinden anlaşıldığına göre Zübe\;r ticaretten elde ettiği kazancını nak elde tutmayıp daha çok arazi ve emlâke yatırıyordu. Nitekim borç tasf bunların satılması yoluna gidilmek mecburiyetinde kalınmıştf^. Ona nı ödünç bırakanlar, faiz alamayacaklarına göre onların, paralarının k >1 dışında, bundan ne gibi bir menfaat sağladıklarını bilemiyoruz. 1 Kur’an'da istenildiği üzere^^ onlara bir borç/alacak senedi vermemes 2mez. Bunu, İslâm muhitinde bir tüccarın ilk tanzim ettiği süftece veı flemlerine doğru giden bir adım olarak düşünmek ne derece doğ ilemem. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da burada Buharfde dile Ibi Hz. Zübeyr'in Medine, Basra, Küfe ve Mısır gibi yerlerde çok sa; ■azileri bulunduğudur. îbn Hacer, kendisi gibi bir şârih olan Aynî’r |na dayanarak onun servetinin çoğunun doğrudan ticaretle değil ( ^dığıyla arazi ve emlâk edinmesi sebebiyle olduğunu yazar; Çünkü
FAİZSİZ SERMAYE VEREN KURUMLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARI
geride bıraktığı nakitleri, onun üzerindeki borç ve ödünçlerin çok gerisinde kd rnış bulunmaktadır. Bu hadis şârihleri ve aynı zamanda fakıh olan zevatın açık lamalarından anlaşılan o ki Hz. Zübeyr bu arada halkın isteği doğmltusundi onlardan emanet de kabul ederdi^’'.
Hanefîlerin ünlü hukukçusu Serahsî (Ö.483 h)’nin verdiği bilgilerden İbi Zübeyr (yukarda adı geçen Zübeyr’in oğlu Abdullah)’in de babası gibi ticaı işlerle meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Bu Abdullah ve gene Serahsî’nin sözü nü ettiği Ibn Abbâs (r.a) bunlar; kendilerine Basra ve Kû/e’de ödenmek üzen Mekke’de tüccardan para alır ve karşılığında onlara yazılı belgeler tanzim eder lerdi. Hatta orada onlara ödeme, anlaşmada şart olmamakla beraber, bir hadis te geçtiği üzere “borcu en güzel ödeme”^^ esasından da hareketle daha değeri para üzerinden yapılırdı. Borçlunun kendiliğinden bir davranışı değil de eğeı ödeme böyle bir şarta bağlanırsa burada da belirtildiği üzere fıkıh buna, onur bir faiz şartı olacağı için izin vermeyecektir. Burada, o dönem için henüz ad konulmasa da, İbn Zübeyr ve İbn Ahbâs’ın yaptıkları muamelenin biz bir ceh-bezlik faaliyeti olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Serahsî bu bilgileri verirken o zamanlarda -ki bu kendi zamanıdır- insanların ödünç işlemlerinde yaptıklar “süftece” senetlerine de yer verir. O burada, yukarıdaki esaslar dahilinde bu se netlere, anlaşma şartı -ve hatta yerleşmiş bir örfün gereği de- olmadan daha K nitelikteki bir karşılığı ile ödeme yapılabileceğini de söyler, ancak miktar olara bir fazlalık ödenemez^^ der.
b.Vâdesinden önce ödenecek borçta indirim yapılması:
Eğer satım akdinden doğan borçta alacaklı, vâdesinden önce parasını mak için alacağında indirim yaparsa bu, faiz olmaz; Hz. Peygamber (s Nadir Oğullan’m yerlerinden sürerken o onlara; müslümanlardan olan bu alacaklarını vâde öncesinde almak istiyorlarsa, ondan bir kısmını düşürebile leri, yolunu göstermişti'*°. Bu aynı zamanda borçluya da ödeme imkânı sağI; olacaktır.
37 ibn Hacer, Fethu’l-Bâri, VI, 270 (Kahire 1407 h/1987 m); 'Aynî, Vmdetu’l-Kân, XII, İt j, (Mısır 1392/1972)
K Hadis idn bak. Müslim, Musâkât, 118-122
c, İslâm’ın yayılmasında tüccarın yeri:
Bu yukarıdaki bilgilere dayanarak biz adlan geçen bu sahabelerin IVj Medine ve diğer adları geçen şehirlerde kendilerine ait kuruluşlarının ' ğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bize aynı zamanda sahabeden bazılarını^ geniş bir coğrafyada ticaret, sarraflık ve hatta cehbezlik faaliyetleri içine olduğunu gösterir. Biz burada daha sonraki zamanlarda Islâmın bazı Gûr, Asya ülkeleri, Endonezya adaları ile gene Afrika'nın iç bölgelerine doğru tjj^ carlar vasıtasıyla yayılmış olduğunu ve çok geniş halk kitlelerinin bu yolla lui,^ lümanlaştığını söylemeden geçemeyeceğiz. Bu müslüman tacir ve iş adamjj, toplumları elbet üstün ahlâk ve kişilikleriyle ve de İslamdaki, o bütün kâinatn varlığı açık-seçik Tek Yüce'ye bağlayan o sâde ve sâde olduğu kadar da 1> şeyi izah edip kuşatan o tevhid inancıyla etkilediler. Şüphesiz onlar burada,d değiştirtmek için İktisadî güçlerini sefalet ve fukaralığın üstünde bir baskı olat kullanma gibi gayri ahlâkî ve gayri İnsanî bir yola sapmış olamazlar. Önceor işlerinde ve işleri dışında İslâmî ve onun o yüksek ahlâkını yaşadılar ki bu elbet en etkin bir tebliğ olmuştur. Herhalde günümüz tüccar ve iş adamlar buradan çıkaracakları dersler olmalıdır.
d. Emevt Ve Abbasîler’de cehbezlik ve dîvanı:
Abbasîler döneminde büyük cehbezler daha çok gayri müslim tebai sından çıkmışür. Müslüman cehbezler ise ikinci sırada geliyorlardı. Tüca cehbezlerden borç para aldıkları olurdu. Daha sonra devlet de özellikle m; ödeyemediği zamanlarda onlardan borç almaya başlamıştı. Faizli muame yasak olmasına rağmen gayri müslim cehbezlerin bu yasağı delme çabc görülmektedir.
Cehbez Dîuanı’na gelince bu, merkez bankalarının ilk ortaya çıkış 1 ie olduğu gibi, devletle özel şahıslar arasındaki bir ortaklıktan ibareti >ir dîvan ilk defa Muktedir BiHah zamanında vezir Ali b. İsa tarafındı ttüslim ortaklarla 302 h/913 m. tarihinde kurulmuştu; çünkü onlarda! ulunuyorlardı. Devlet de buna karşılık belli bölgelerin vergilerini bu srin toplayıp kullanmalarına müsaade etmişti. Karşılıklı hesaplar ise.ikinci el telefon sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder