Sayfalar

gizli kamera

replika telefon

maca bitksi

replika saat ve varlık ile hiclik23

 replika saat


replika saat ve varlık ile hiclik23 evet sizlere en güzel bilgileri yazan replika saatler çok çalıstı ve sizlee replika saat dediki ne ancak benim bu yaşama onuK mr mçımae verüıgım değere nispeti^ yani değerleri oluşturan ideal nesnelerin o hiyerarşik sistemine atıfta Böylece âmil ne olduğunu, “olmayan” varlıklar bütünü aracılığıyla, idgji lar ve gelecek aracılığıyla öğretir. Geleceğin âmili aydınlatmak için şitadij^' na ve geçmişe dönmesi gibi, âmile âmil yapısını kazandırmak üzere gçfjj,' ru dönen de projelerimin tamamıdır. Ben yalnızca imkânlarıma dogm jı? mek suretiyle kendindeden kurtulduğum içindir ki, bu kendinde, replika saat sâii( âmil değeri kazanabilir. Sâikler ve âmiller ancak kendisine doğru atılmanı,:. tünlüğün içinde anlam taşırlar ve bu bütünlük tam da varolmayanlannbûtij: ğüdür. Ve bu bütünlük sonuçta aşkmiık olarak bizzat benim, bizzat beni|j,, dışımda ve daha olacak olan olarak benim. Biraz önce getirdiğimiz ieyi işçinin ızdırabma âmil değeri kazandıran şeyin bir devrimin mümkün olajjj rak, daha olması gereken olarak kavranması olduğunu hatırlayacak olursak sonuca varırız: biz, bir durumu değiştirme imkânlarımıza doğru bu dunııt,ıi kaçmak suretiyle onu sâikler ve âmiller bileşimi halinde düzenleriz. Dunuııa: mesafe alamamamıza imkân veren hiçleyiş, durumu yeniden düzenlemeye i ru atılımda bulunmamıza imkân veren ekstazla bir ve aynı şeydir. Bundanjıi' nuç çıkar; âmili olmayan bir edim bulmak gerçekten de imkânsızdır, ama j 1in edimin sebebi [cause] olduğu sonucuna varmamak gerekir; âmiledimiıı rılmaz parçasıdır. Çünkü bir değişikliğe yönelik kararlı proje edimden ayıı madığmdan, âmil, edim ve amaç tek bir beliriş halinde oluşurlar. Buûçyşı her biri, öteki ikisini kendi imlemi olarak talep eder. Ama üçünün dûzent tünü artık hiçbir tekil yaptyla açıklanamaz ve bu bütünün kendindeyizam laştıran salt hiçleme olarak belirişi özgürlükle bir ve aynı şeydir. Amaçlan âmillerini kararlaştıran edimdir ve edim özgürlüğün ifadesidir.
Bununla birlikte burada bu yüzeysel düşüncelere takılıp kalamayız; e temel koşulu özgürlükse, özgürlüğü daha kesin bir biçimde betimlemeye mamız gerekir. Ne var ki önce büyük bir zorlukla karşılaşırız: beümlefflt. de, tekil bir özün yapılarını hedef alan bir belirtikleştirme faaliyetidir. 0] gürlüğün özü yoktur. Özgürlük hiçbir mantıksal zorunluluğa tabi de^l<ü degger’in genel olarak Dasein hakkında söylediği şeyi aslında özgûrlûUÇ lemek gerekir: “Onda, varoluş özü önceler ve ona komuta eder.” Özgürle dini edim kılar ve biz genelde, içerdiği sâiklerle, âmillerle ve amaçlatb''
üzerinden özgürlüğe ulaşırız. Ama bu edim tam da bir öze sahip oldu-^ içindir ki bize kurulmuş [constituö] gibi görünür; kurucu güce çıkmak ister-^ ona bir öz bulmanın her türlü umudunu da terk etmek gerekir. Nitekim bu ^ıçyeni bir kurucu gücü gerektirecek ve bu böylece sönsuza kadar gidecektir.
halde, kendini sürekli olarak yapmakta olan ve bir tanımın içine kapatılmayı leddeden bir varoluşu nasıl betimleyeceğiz? Genelde bütün sözcüklerin yaptığı gibi,sözcüğün bir kavrama gönderdiğini örtük bir biçimde kabul etmek gerekir-^ bizatihi “özgürlük” adlandırması bile tehlikelidir. Tanımlanamayan ve adlan-(jınlamayan özgürlük, betimlenemeyen şey de olmaz mı?
Fenomenin varlığını ve hiçliği betimlemek istediğimizde de benzer güçlüklerle karşılaştık. Bunlar bizi durdurmadı. Çünkü gerçekten, özü değil de tekilliği içinde varolanın kendisini hedef alan betimlemeler de olabilir. Elbette başkası ve bendim için ortak bir özgürlük betimleyemem; dolayısıyla özgürlüğe bir öz dû-jbnemem. Tersine, bütün özlerin temeli olan özgürlüktür, çünkü insan kendi imkânlarına doğru dünyanın ötesine geçerek dünya-içi özleri açığa çıkanr. Ama fiilen benim özgürlüğüm söz konusudur. Zaten, benzer biçimde, bilinci betimlediğimde de bazı bireylere özgü bir doğa söz konusu olamaz, düpedüz benim teldi bilincim söz konusudur ve bu bilinç, tıpkı özgürlüğüm gibi özün ötesinde-ir, ya da-birçok kez göstermiş olduğumuz gibi- bu bilinç için olmak, oldurul-maktır. Bizatihi varlığı içinde ona ulaşmak için, bu bilinci tam da tikel bir deneninden elde ediyordum: cogito deneyiminden. Gaston Berger göstermişti'. Musri ve Descartes, cogilodan bir öz hakikatini kendilerine ifşa etmesini talep eder-er: Descartes’ta iki basit replika saat doğanın bağlantısına ulaşırız, Husserl’de, bilincin eide-ik yapısını kavrarız. Ama eğer bilinç özünü varoluşta öncelemek zorundaysa, ler iki düşünür de bir hata yapmışlar demektir. Cogitodan talep edilebilecek lan, yalnızca, fiili bir zorunluluğu bize keşfettirmesidir. Özgürlüğü bizimki olan rgûrlûk olarak, salt fiili zorunluluk olarak, yani olumsal ama duyumsamazlık kepeceğim bir varolan olarak belirlemek için de yine cogitoya başvuracağız, erçekten de ben özgürlüğünü edimleri aracılığıyla öğrenen bir varolanım; ama tnaynı zamanda da bireysel ve biricik varoluşu özgürlük olarak zamansallaşan ttvarolanım. Bu halimle ben zorunlu olarak özgürlük(ün) bilinciyim, çünkü dincin içindeki her şey ancak varolmanın konuşlandırıcı-olmayan bilinci ola-
kânının özgürlükle bir ve aynı şey olduğunu da göstermiştik. Ama öte olduğumu “onu oldurulan” formunda hiçlemenin bu devamlı imkânım^ için özel bir varoluş türünü içerdiğini de saptamıştık. Böylece, kendinij[ konusündakiler gibi analizlerden hareketle, insan-gerçekliğinin kendi j;; nin hiçliği öldüğünü belirleyebildik. Kendi-için açısından olmak, olduğa dindeyi hiçlemektir. Bu koşullarda, özgürlük bu hiçleyişten başkaca bir je maz. Özgürlük aracılıgıyladır ki kendi-için, varlığından olduğu kadar ön de kurtulur; özgürlük aracılıgıyladır ki kendi-için, kendisi hakkında söylj mümkün olandan her zaman daha başka bir şeydir, çünkü en azından bi bu adlandırmadan kurtulandır, kendisine verilen ismin, kendisine ait oldu| bul edilen iyeliğin esasen ötesinde olandır. Kendi-içinin olduğu şeyi dabaı olduğunu söylemek, ne ise o olmayarak ne değilse o olduğunu söylemeli di-içinde varoluşun özü öncelediğini ve koşullandırdığını söylemek ya i ne, Hegel’in formülü uyarınca, onun için “Wesen İst was gewesenist”'c bir ve aynı şeyi söylemektir, yani insanın özgür olduğunu söylemektir. ( ten de, sırf eylemimi yoklayıp duran sâiklerin bilincinde oluşumdan öti sâikler esasen bilincim için aşkın nesnelerdir, dışarıdadırlar; onlara tun çalışmam beyhudedir; bizatihi varoluşumla onlardan kurtulurum. Sons dar özümün ötesinde, edimimin âmillerinin ve sâiklerinin ötesinde vat mahkumum; ben özgür olmaya mahkumum. Bu demektir ki özgûil onun kendisinden başkaca sınır bulunamaz, ya da dilerseniz özgür ol® verme özgürlüğüne sahip değiliz. Kendi-için, kendi hiçliğini kendio<^^
Varlık ve Hiçlik
lüğünü de kendinden gizlemeye çalışır. Determinizmin derinlerdeki anlamı bizde çatlaksız bir kendinde varoluş devamlılığı kurmaktır. Determinist bakış açısından, psişik olgu olarak, yani verili ve dolu gerçeklik olarak kavranan etkin neden, devamlılık çözümü olmaksızın karar ve edimle eklemlenir ve bunlar da yine psişik veriler olarak düşünülür. Kendinde, bütün bu “data”ları kapmıştır, jniil, tıpkı sâikin sonucunu kışkırttığı gibi edimi kışkırtır, her şey gerçektir, her şey doludur. Böylece, özgürlüğün reddi de ancak kendini kendinde-varlık gibi l^avrama girişimi olarak düşünülebilir; biri ötekiyle atbaşı gider; insan-gerçekli-ği, kendi varlığı içinde kendiliğinden özgür bir varlıktır, çünkü durmadan özgürlüğü reddetmeye uğraşır. Psikolojik yönden bu, her birimizde, âmiller ve sâ-jkleri şeyler gibi kabul etmeye çalışmak demektir. Bunlara devamlılık kazandırmaya kalkışılır; doğalarının ve ağırlıklarının her an için benim kendilerine verdiğim anlama bağlı olduğu gizlenmeye çalışılır, birer sabit olarak kabul edilirler: bu yaklaşım, âmillere ve sâiklere biraz önce ya da dün verdiğim anlamı -ki, dün verdiğim anlam onarılamaz, çünkü geçmiştir- göz önüne almak ve şimdiye kadar onlarda öylece donup kalan vasfı genelleştirmek demektir. Kendimi sâikin, ne idi ise o olduğuna inandırmaya çalışırım. Nitekim bu sâik, tepeden tırnağa, geçmiş bilincimden şimdiki bilincime geçecektir; onda yaşayacaktır. Bu, kendi-içine bir öz venneye kalkışmaktır. Aynı biçimde amaçlar da aşkınlıklar olarak ortaya konacaktır, bu da bir hata değildir. Ama bu amaçları, benim kendi aşkınlığım taralından ortaya konan ve kendi varlıkları içinde tutulan aşkınlıklar olarak görecek yerde, dünya üzerinde belirirken onlara rastladığım varsayılacaktır: bu amaçlar Tann’dan, doğadan, “benim” doğamdan, toplumdan gelmektedir. Demek ki bu hazır ve insandan-önceki amaçlar edimimin anlamını ben düşünmeden önce tanımlayacaktır, keza sâikler de, salt psişik veriler olarak, ben farkına bile varma-ian bu edimi kışkırtacaklardır. Sâik, edim ve amaç bir “continuum”, bir replika saat doluluk »luşturmaktadırlar. Özgürlüğü varlığın ağırlığı altında boğmaya yönelik bu so-luçsuz girişimler -özgürlük karşısında duyulan içdaralması birdenbire belirdi-jnde, bunların hepsi de çöker- özgürlüğün insanın içinin derinliklerindeki hiç-kle temelinde çakıştığını yeterince gösterirler. Insan-gerçekliği yeterince olmadı-> için özgürdür, durmadan kendi-kendisinden koparıldığı ve olmuş olduğu şey Muğu ve olacağı şeyden bir hiçlikle ayrıldığı için özgürdür. Nihayet, şimdiki itliğinin kendisi de “yansı-yansıtan” formunda hiçleyiş olduğu için özgürdür, ısan özgürdür, çünkü kendi değildir ama kendine mevcudiyettir. Ne ise o olan
san-gerçekliği için olmak kendini seçmektir: alabileceği ya da kabul edebik '' bir şey ona dışarıdan da içeriden de gelmez. Hiçbir türden yardım olmajj*’' küçük ayrıntıya varana kadar kendini varlık kılmanın dayanılmaz zoru,na bütünüyle terk edilmiştir. Böylece özgürlük bir varlık değildir: insana'"' gıdır, yani insanın varlık hiçliğidir. Eğer insan önce bir doluluk gibi dûşûjj,'' di, onda daha sonradan özgür olacağı birtakım anlar ya da psişik bölgejjj' mak saçma olurdu: tıpkı önceden ağzına kadar doldurduğumuz bir loptjj^' luk aramak gibi, insan kimi zaman özgür ve kimi zaman köle olamaz: ve her zaman özgürdür, ya da yoktur.Bu açıklamaları kullanabilirsek yeni keşiflere ulaşabiliriz. Bunlar önct|| özgürlüğün “istenç” diye adlandırılan şeyle münasebetlerini açığa çıkatniau,,, imkân vereceklerdir. Nitekim oldukça yaygın bir eğilim, özgür edimleri ije,^ edimlerle özdeşleştirmeyi ve determinist açıklamayı tutkuların dünyasına ag. mayı hedefler. Bu, sonuç olarak Descartes’ın bakış açısıdır. Descartesçıistençj gürdür, ama “ruhun tutkuları” vardır. Descartes ayrıca bu tutkuların lİ2yol(|} bir yorumuna girişecektir. Daha sonraları, saklıkla psikolojik bir detemün®,-kurulmasına çalışılacaktır. Örneğin, bir Proust’un kıskançlık ya da züppelb nusunda giriştiği entelektüalist analizler tutkulara dair “mekanizma”ya ilişitink anlayışı göstermeye yardım edebilir. Demek ki insan hem özgür hem deItlî lenmiş gibi düşünülmelidir ve asıl sorun da bu koşullanmamış özgûrlûğûnp şik yaşamın belirlenmiş süreçleriyle münasebetleri sorunudur: özgûrlûktuıE ra nasıl egemen olacak, onları kendi çıkarı için nasıl kullanacaktır? Uzakgeçış ten gelen bir bilgelik -Stoacı bilgelik- tutkularına egemen olabilmek için cılkla uyuşmayı öğretecektir; kısacası, etkilenmeler karşısında, insanın genelobıı doğaya daha iyi hükmedebilmek için ona itaat ettiğinde yaptığı gibi davrack' sı öğütlenecektir. Insan-gerçekliği böylece belirlenmiş süreçler bütünü latîh dan kuşatılan özgür bir kudret olarak belirir. Bütünüyle özgür edimler,özgiıi tendn üzerlerinde kudretini gösterdiği belirlenmiş süreçler ve ilke olarakins^' istencinden kurtulan süreçler birbirinden ayrılacakttr.
Böyle bir anlayışı hiçbir biçimde kabul edemeyeceğimiz görülüyor. Anü®'" reddetmemizin nedenlerini daha iyi anlamaya çalışalım. Burada, hiç betmeden geliştireceğimiz pek döğal bir itiraz söz konusudur: psişikbirl'i.replika saat yazdı ve sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder